14 Eylül 2012

İslâm Dünyasını Ayağa Kaldıran...

Son olarak bir film için manşet oldu bu cümle. Amerika’da yapılan ve bir Yahudi fitnesi olduğu apaçık belli olan “Müslümanların Masumiyeti” adlı film için… Manşetler üç aşağı beş yukarı şöyle: İslâm dünyasını ayağa kaldıran film

Ben bu tür manşetleri çok hatırlıyorum. Birkaç örnek vereyim: İslâm dünyasını ayağa kaldıran defile (bir iç giyim firması çamaşırlara Arap alfabesinden harfler basmıştı), İslâm dünyasını ayağa kaldıran oyun (bir bilgisayar oyununda İslâmi değerlere hakaretler ediliyor ve mabetler yıkılıyordu), Nike, İslâm dünyasını ayağa kaldırdı (Nike’ın son ürettiği ayakkabılardan bazılarında “lafzatullah”ın, tasarımın bir parçası olarak kullanıldığı iddia ediliyordu), İslâm dünyasını ayağa kaldıran tiyatro, İslâm dünyasını ayağa kaldıran reklam, İslâm dünyasını ayağa kaldıran parti vs.

Fakat İslâm dünyasının ayağa kalktığı falan yok. Ne zaman kalkar; onu da Allah bilir.

Yalnız, bu tür manşetler iyi gaz alıyor ve İslâm dünyasının derin uykusunun devamını sağlıyor.

Çözüm, Libya’daki gibi Amerikan büyükelçisini öldürmekte falan da değil. Bu meseleler, bizzat tahrikçilerin organize ettiği barbarca eylemlerle de çözülmez.

İslâm dünyası hâlâ şişene kadar Coca Cola içiyor, subliminalin dibine vuran Hollywood filmleri izliyor, Amerikan kültürünü evine taşıyınca çağ atladığını sanıyor; Nike giymezse kendini “adam” saymıyor, boykot kültürünün “b”sini bile bilmiyor.

Bu “acı gerçekler listesi” uzayıp gidiyor.

İslâm dünyası işte bu yüzden ayağa kalk(a)mıyor.

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

Her Kürt Çocuğu Bir Louis Vuitton, Bir Sevgili

Akit gazetesinden Yener Dönmez’in yazısıdır. İbretle okuyabilirsiniz.

"Hikâyeyi biliyorsunuz...

Solun sembol isimlerinden Mahir Çayan, Ömer Ayna, Cihan Alptekin ve Ertuğrul Kürkçü, üç Amerikalıyı 26 Mart 1972 günü kaçırır.

Tokat'ın köylerinden Kızıldere'de muhtarın evine saklanırlar. Güvenlik güçleri evin adresini bulur ve "teslim ol" çağrısı yapar. İçerden ateşle karşılık verilir. Kurşun yağmuruna tutulan evde herkes ölür, Ertuğrul Kürkçü hariç...

"Samanlıkta saklanarak kurtulduğunu" anlatan Ertuğrul Kürkçü neden arkadaşları gibi çarpışmadığını, "5-6 eri öldürerek ne harekete, ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyeceğimi, bir şey kazandıramayacağımı düşündüğüm için" cevabını verir.

Ancak sol camiada; adam kaçırma olayında arkadaşlarıyla birlikte hareket eden Kürkçü'nün çarpışma anında bu birliktelikten çark etmesi hep sorgulandı.

Hafif eleştirenler "ölüm korkusu"nun galip geldiğini ve Kürkçü'nün samanlığa saklandığını belirtirken; ağır eleştirenler Kürkçü'nün baskına neden olan muhbir olduğunu iddia ettiler.

Sol camia içinde bu tartışma süregelsin, Ertuğrul Kürkçü yine basılmış... Bu sefer samanlıkta değil plajda. Üstelik de yanında kendisinden 29 yaş küçük sevgilisiyle... Türk solunda böyle ilginçlikler hayli fazla. Kalbur nedense hep böylelerini yukarıda bıraktı ve diğerlerini eledi. Mustafa Balbay'ın da Ruşen Çakır'ın da gençliklerinde arkadaşlarını satma üzerine benzer hikâyeleri var.

Kürkçüler, Balbaylar, Çakırlar parayı bulup, plajda göbeklerini yayarken, diğerleri ölüyor.

Bugünlere geldiğimizde ise iş artık ranta dökülmüş durumda. Şimdinin BDP Milletvekili Kürkçü, PKK'lılarla sözde karşılaşma anında sarmaş dolaş olup hayran gözlerle pis pis sırıtarak bağlılıklarını bildirirken; rantı da cebine indiriyordu. Normal şartlarda milletvekili seçilme ihtimali sıfır olan Kürkçü, KCK'nın organizasyonu sayesinde seçildiğinin farkında çünkü. Dağlı ağasına kıkır kıkır gülerek bağlılıklarını bildirmiş çok mu?

Samanlıkta saklanıp askerlerle çatışmamasını "5-6 eri öldürerek ne harekete ne de kendi kişilik ve ideolojime hizmet edemeyecektim" diye açıklayan Kürkçü efendi, keşke dağlı ağasına; "yola mayın döşeyerek erleri, karakola bomba atarak polisleri, şantiyeleri basarak işçileri, parka bomba koyarak sivilleri öldürmekle 'harekete, kişilik ve ideolojilerine' hizmet edemeyeceklerini" söyleyebilseydi. PKK'lılar karşısında aklına gelmeyen "öldürmeme gerekçeleri" samanlıkta adrenalin sayesinde gelmişse aklına bilemem tabii...

Kürkçü gibilerin çıkardığı ateş yüzünden bir sürü can giderken, 12 yaşında çocuklar dağa çıkartılıyor. 12 yaşında çocuğu dağa çıkartılan anaların yüreği yanıyorken, Kürkçü'nün derdinin genç sevgilisinin "yanmasın" diye sırtını yağlamak olduğu görülmeli.

Aysel Tuğluk'un derdinin koluna 3 bin Euro'luk Louis Vuitton çanta takmaktan, kendi rantını düşünmekten başka derdi olmadığı da görülmeli. Çantanın taklit olduğunu açıklamasıyla insanları kandırmaya çalışacak kadar zavallı ve halkı da aptal zannediyor.

Görüntüleri izleyin, çantayı öylesine önemsiyor ki insanların gözüne sokacak kadar önde tutuyor. Sanki tek mesele çantaymış gibi.

Bir diğer BDP'li Sırrı Sakık, çanta değiştirir gibi Mercedes değiştiriyor. Hepinizin oturduğu semtler, yaşadığı standart ortada. "Kürt hakları" vesaire hikâye... Tek dert rant.

BDP'li belediyelerden ihaleler, uyuşturucu ekiminden milyon dolarlar, KCK'nın vergi adı altında halktan topladığı haraçlar...

Para gani... Kürkçü'nün çıtır sevgilisiyle tatil masraflarını karşılayacak kadar da var, Tuğluk'a Louis Vuitton alacak kadar da...

Annesinin bağrından kopartılıp 3 bin Euro'ya dağa satılacak çocuk çok nasıl olsa. Aysel Tuğluk için her çocuk bir Louis Vuitton çünkü.”

Yener Dönmez/Akit
Bu yazıyı paylaş:

17 Mayıs 2012

Ordu, Evini Tüm Millete Açtı

Ordu Evleri, Askeri Gazinolar ve Sosyal Tesisler Yönetmeliği'nde değişikliğe gidildi. Anadolu Ajansı’nın haberine göre bu tesislerin etkinlikler için kiralanan kısımları, artık sadece kısıtlı ve mutlu bir azınlığa değil tüm millete açık…

Söz konusu tesislerle ilgili yönetmelikte yer alan ayrımcı ibarenin kalkmasıyla birlikte, ordunun milletle barışması yönünde yeni bir adım atılmış oldu. Milli Savunma Bakanlığı'nın konuya ilişkin yönetmeliği Resmi Gazete'nin bugünkü (17.05.2012) sayısında yayımlandı.

Buna göre, yönetmelikte yer alan ve düğün yapacakların riayet edeceği hususların belirlendiği özel anlaşma şartlarına ilişkin ekinden (Ek-27 formu) şu çağdışı ibare çıkartıldı. ''Yaşının ilerlemesi nedeniyle dini inançlarına uygun olarak sade bir şekilde sakal bırakmış kişiler ile yaşlı annelerden yüzü açık olacak şekilde eşarplı olanların dışında; sakallı, cüppeli, sarıklı, takkeli, türbanlı vb. çağdaş olmayan kıyafetlerle gelenler, günlük sakal tıraşı olmamış ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler, yabancı uyruklu kişiler ordu evine giremezler.''

Bu urdan kurtulan yeni yönetmelik, bugünden itibaren yürürlüğe girdi. Ordu; kapılarını, evini, milletin evini, millete açmış oldu.

Yani bizim gibi Eski Kafa! insanlar da artık bu mekânlardan yararlanabilecek.

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

5 Mayıs 2012

Darısı Başımıza, En Büyük Ceza En Başımıza

Susann Bashir… ABD’nin en büyük telekom şirketlerinden biri olan AT&T’de teknik eleman olarak çalışıyordu; Hıristiyan’dı. 2005 yılında, 41 yaşındayken Müslüman oldu. AT&T’de başörtülü olarak çalışmaya başladı. Süreç onun için zor olamaya başladı. Başörtülü olarak çalışmasına katlanamayan yöneticileri onu sık sık sözlü olarak saldırmaya ve taciz etmeye başladı. Bu durumu şirketin üst yönetimine bildiren Susann Bashir, -daha akıllıca ve insani ve evrensel- bir çözüm yokmuş gibi işten çıkarıldı.

İşten çıkarılınca mahkemeye başvuran Susann Bashir, davayı kazandı. Mahkeme, şirketin ayrımcılık yaptığı hükmüne vararak, AT&T’ye 5 milyon dolar para cezası verdi.

AT&T sözcüsü Marty Richter, şirket olarak her türlü milletten (buraya dikkat; vurgu millete dine değil) çalışanları kabul ettiklerini mahkemenin verdiği kararı doğru bulmadıklarını söyledi.

Evet, darısı başımıza… Mesela, BMV’nin Türkiye Distribütörü Borusan’a, Merinos’a, eski YÖK yöneticilerine, eski rektörlere, başörtüsü yasağını savunan köşe taşlarına, aydın geçinen cahil zevata, eski iktidarlara ve başörtüsü yasağını kamuda hâlâ kaldırmayan mevcut iktidarı temsilen (yazının başlığında da vurgu yapılan başımız) Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a maddi-manevi cezalar verilmeli.

Yeni ve huzurlu bir Türkiye için başörtüsünün bir insan hakkı, inanç hürriyeti ve yaşam biçimi olduğu herkesin anlayacağı dil kullanılarak belletilmeli. ABD bunu yaparken para cezası vermiş.

Bizde de kesin çözüme ulaşıncaya kadar benzer yollar denenmeli. Kimine, döve döve; kimine, söve söve; kimine de seve seve anlatılmalı.

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

Facialar Kumkuması

[Alıntı]

Sultanahmet sahil yolundan karşıya, Sultan Abdülhamid'in yaptırdığı o güzelim, o muhteşem mektep binasına bakınız. Arkasına çirkin ve uzun yapılar dikerek siluetini feci şekilde bozmuşlar. Fâcia!

Sultanahmet Camii'nin avlusundaki, kapısındaki, merdivenlerindeki çıplak turist kadınlara bakınız. Seksî dekolte kıyafetleriyle kutsal camiye ne kadar aykırı düşüyorlar. Fâcia...

Sıcaklar geldi ya, parklar açık hava seks mekânları haline dönüştü. Yılışıklık son haddinde… Herkesin içinde ve ortasında öpüşenler, birbirine sarılanlar. Cinsel birleşme yapanlar... Yerlerde taşa çalınıp paramparça olmuş ar ve hayâ şişelerinin parçaları. Bursa Emniyet Müdürü feryat ediyor, "Parklar seks yeri oldu, kanun ve tüzükler müsait değil, bir şey yapamıyoruz..." diyor. Fâcia...

Birtakım dinî cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler, hayır kuruluşları; Kur'an’a, Sünnete, fıkha, şeriata, icmâya aykırı olarak zekat toplamaya harıl harıl devam ederken, bir iki ay önce Adana'da 26 yaşındaki aç bir anne intihar etti, iki yavrusu yetim kaldı. Zavallıya birkaç yüz lira zekât parası verilemedi. Fâcia...

Çamlıca civarından geçerken gözlerinizi kaldırıp tepelere, yamaçlara bakınız. Tavuk kümesi, arı kovanı gibi villalar inşa ediliyor. Orası sit bölgesi değil miydi? Fâcia...

Türkiye Hastanesi'ne göz tedavisi için gitmiştim. Akşam trafik sıkışık olur, taksi ile değil, metrobüs ile döneyim dedim. Duraktan tam on beş metrobüs geçti. Kimisi hiç durmadı, kimisi tıklım tıklım doluydu, binemedim. On altıncısında yer buldum. Bir gözümde sargı vardı. Oturan gençlerden hiçbiri yer vermedi. Fâcia...

Camiye gittim, cuma namazı kıldım. Farzdan sonra zuhr-i âhir namazı kılarken son cemaat mahallindeki masanın yanında, makbuzsuz para toplayan zat çok yüksek sesle camiye yardım camiye yardım camiye yardım diye avaz avaz bağırıp durdu. Namazı kaç rekât kıldığımı şaşırdım. Fâcia...

Başları alaca bulaca örtülü iki sözde tesettürlü kadın karınca yuvası gibi insan kaynayan caddede, ellerinde birer dondurma külahı, şap şap inek gibi yalaya yalaya yürüyorlardı. Fâcia...

Ana caddedeki ağaçları öyle kötü budamışlardı ki, filiz vermeleri mümkün değildi. Bunca emek verilerek on yıllar boyu yetiştirilen bu ağaçlar hoyrat budamalar sonunda kuruyacak. Fâcia...

Eskişehir'den İzmir'e kadar Batı Anadolu'da, Trakya'da domuz çiftliklerinde üretilen yağlı ve semiz evcil domuzlar, ormanlarda vurulan yaban domuzları, onlara ilaveten eşekler kesilip halka halis dana diye yediriliyor. Fâcia...

Beş sene önce meydana döşenen zemin karoları kırılmış, yer yer çökmüş, yağmur yağdığında altındaki zifoslar gelip geçenlerin üzerine sıçrıyor. Fâcia...

On yaşındaki kız gebe kalmış. Normal doğum yapamayacağı için sezaryenle doğurtulmuş... Fâcia...

Sabah namazı kılmak için Sultanahmet'ten Şişli'ye gidiyordum. Taksim'den geçerken sabahın kör karanlığında ortalık ana baba günü, sanki bayram yeriydi, her yer hızla giden otolarla doluydu. Hayat karıları ve travestiler hummalı bir gecenin sonunda evlerine dönüyormuş. Camiye geldim. Birkaç ihtiyar vardı. Fâcia...

Benim 250 dolar vermeyeceğim veya 250 dolara alabileceğim sıradan seccade halıyı turiste bin dolara kakalamışlar. Fâcia...

Markette 400 gram hazır İnegöl köftenin paketi 3 liraya satılıyordu. Kilosu 7,5 lira eder. Etin kilosu ise 20-25 lira. Bu ne etidir ki, bu kadar ucuz? Belediye, devlet, ilgili bakanlık bunları tahlil ettirmiyor mu? Fâcia...

Mehmet Şevket Eygi – Millî Gazete
Bu yazıyı paylaş:

28 Nisan 2012

Çağdaşlık Hortladı


Yaptıklarıyla "kafası güzel üniversite" yakıştırmasına layık görülen bir üniversitemiz güzellik yarışması düzenlemeye kalkıştı.

Adama sorarlar, senin asli görevin ne? Millet kızlarını soyasınız diye mi gönderiyor size?

Üniversite yönetimi, gelen tepkiler ve mahalle baskısı(!) karşısında (yanlış anlaşıldıklarını belirtmeyi ihmal etmeden) yarışmanın iptal edildiğini duyurdu. Böylece bir yanlıştan dönülmüş oldu.

E, artık akademik başarı getirecek işlere yönelirler belki! Bunu da zaman gösterecek.

Bu konuda kamuoyu oluşturan tüm kişi ve kurumlara teşekkürler...

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

Antikapitalist Müslüman Gençlik Tutar mı?


Yaklaşan 1 Mayıs, bizi yeni bir oluşum veya hareketle tanıştırdı: Antikapitalist Müslüman Gençlik… Şimdilik 30-40 kişi… Sosyal medyada ise yaklaşık 1000 takipçi veya sempatizandan söz ediliyor.

Bu grup son günlerde medyada epey haber oluyor, sanırım -haklı olarak- bunun keyfini de sürüyorlardır. Şöhret merdiveninin ilk basamağındalar ve ilk sınavları da bu yılki 1 Mayıs… 1 Mayısta Fatih Cami’sinde eda edecekleri gıyabi cenaze namazının ardından Taksim Meydanı’na çıkıp emekçilere destek vereceklermiş. Hadi hayırlısı.

İşin bu kısmı ve grubun gerçek derdi önümüzdeki günlerde de tartışılır; fotoğraf daha da netleşir. Gerekirse biz de yeniden değerlendiririz. Bahsin bu kısmını geçelim.

Oldum olası, “Müslüman” kelimesinin önüne ve arkasına, çeşitli doktrinlerin isimlerinin getirilmesine ve İslam ile -hangisiyse artık- başka bir dünyasal doktrinin uzlaştırılması (uzlaştırılmaya çalışılması) çabalarını anlamakta güçlük çekiyorum. Çoğunu da kötü niyetli girişimler olarak değerlendiriyorum.

Feminist Müslümanlar, Müslüman Kalvinistler, Tekbir Giyim örneğinde İslâmi defileler, Âlâ örneğinde Müslüman’ca magazin, kimi İslâmi çevrelerce evrim teorisine karşı duyulan derin hayranlık vs.

Hakeza, Numan Kurtulmuş, SP’den ayrılıp Has Parti’yi kurunca, parti, bir kısım çevrelerce “İslâmi bir sosyal demokrat parti” hüviyetinde lanse edildi. -En azından gelecekte- CHP’yi zorlayacağı savunuldu. Tutmadı. Örnekler çok, saymaya gerek yok!

Bu örneklerden yola çıkarak merakımı biraz olsun gidersem de sormadan edemiyorum: Antikapitalist Müslüman Gençlik tutar mı veya tutarlı mı? Bunu zaman gösterecek.

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

8 Mart 2012

Alo Fetva Hattı Yenilenerek Hizmete Girdi

Diyanet İşleri Başkanlığı, vatandaşlardan gelen yoğun talebe daha hızlı cevap verebilmek amacıyla Dini Danışma Hattı’nı yeniledi. “Alo 190 Dini Danışma” olarak yeniden düzenlenen hatta yurt içinden ve cep telefonlarından ücretsiz olarak ulaşılabilecek.

Diyanet İşleri Başkanlığının dini soruları cevaplandırmak üzere kurduğu 444 1 789 numaralı fetva hattında değişikliğe gidildi. Vatandaşlardan gelen yoğun talebe daha hızlı cevap verebilmek ve daha geniş toplum kesimlerine ücretsiz olarak ulaşabilmek amacıyla oluşturulan Dini Danışma Hattı’nın yeni numarası “190” olarak belirlendi.

Sabit ve cep telefonlarından 190 numarasını çevirerek, bulundukları şehrin il müftülüğüne bağlanacak olan vatandaşlar, müftülüklerde bulunan “Dini Soruları Cevaplandırma Komisyonu” üyelerine sorularını yöneltebilecek.

Hizmet güzel; ücretsiz olması daha da güzel… Allah muvaffak etsin.

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

3 Mart 2012

Emniyet Kemerini Bir Daha Düşünün (Harika Bir Video İle)

Emniyet kemeri kullanıyor musunuz? Bu soru hem kendi aracı olanlara hem de başkasının aracına binenlere… Cevabınız “hayır” ise aşağıdaki videoyu izleyin ve bir kere daha düşünün. Eğer cevabınız “evet” ise yine izleyin ve ne kadar doğru bir şey yaptığınızı görün. Emniyet kemerinin sizi nelere bağladığını veya nelerden koparmadığını daha net göreceksiniz... 


İzlediğiniz video için çok güzel bir sosyal sorumluluk çalışması denebilir. "Embrace Life (Hayatı Kucakla veya Hayata Bağlan)" sloganı ile bitiyor. Çalışma, İngiltere'de yol güveliğinden sorumlu kuruluş tarafından yapılmış. İzlerken kendinize, emniyet kemeri ile ilgili bazı sözler vermenizi sağlayabilir. Bu kadar kreatif olmasa da emniyet kemeri ile ilgili ülkemizde yapılan reklam çalışmalarının sloganını hatırlayalım: "Emniyet kemeri sizi sevdiklerinize bağlar." Lütfen unutmayın!

Süleyman Aras
Bu yazıyı paylaş:

28 Şubat 2012

28 Şubat Gazetecileri ve ‘Vatan Hainliği’

Bugün 28 Şubat’ın yıldönümü. O günler tekrar hatırıma gelince kinim ve öfkem depreşti. Ne yalan söyleyeyim, bendeki 28 Şubat kini ve öfkesi ebediyete kadar sürecek.

Ülkemizi ele geçirmek isteyen bir gurup haramzadenin oynadığı ve 1000 yıl süreceği iddia edilen tiyatronun, 10 yıl geçmeden kendi içlerinde patlaması şerefine, Eski Kafa! blogda da varsın +18 bir yazı yayınlansın.

Dediğim gibi, yazı +18 ve Hasan Karakaya’ya ait... Facebook’da paylaşılınca haberim oldu. Okudum ve biraz olsun öfkem azaldı -gibi oldu-.

Yazıyı okuyacaksanız +18 konusuna dikkat etmenizi öneririm. Argo ve sin-kaflı konuşma ve yazma üslubu size ters ise yazıyı okumamanızı öneririm. Yok, ‘ben de okuyayım, belki biraz sakinleşirim diyorsanız, okumaya devam ediniz.

‘…Bugün yazmak gelmiyor içimden... Sövmek istiyorum öncelikle; böyle bir yazıyı kaleme almış olmaktan dolayı hepinizden, özellikle de hanımlardan özür diliyorum. bugün; "seviye" beklemeyin benden... Çünkü "çukur"ların seviyesine inmek ve kulaklarına bağırmak istiyorum. Ahlak, edep, medeniyet, hoşgörü de beklemeyin. zira; kendimde değilim bugün. son derece öfkeli, kızgın ve kendimi kaybetmiş durumdayım. Vücut kimyam bozuk. Ağzıma geleni, kağıda döküyorum. Kusura bakmayın... Özür diliyorum hepinizden...

Bugüne kadar; bu köşeyi hanımlar da okuyor diye, mümkün olduğu kadar ''argo" kullanmamaya, mümkün olduğu kadar "sövmemeye" özen gösterdim. ne var ki; okuma hakları ellerinden alınan "başörtülü" öğrenciler için "fahişe" diyebilecek kadar adileşen, pespayeleşen bir "orospu çocuğu"na, hak ettiği dilden cevap vereceğim.

Dikkat edin; "orospu'nun çocuğu" değil, "orospu çocuğu" diyorum. Çünkü; "ana"sının kabahati yok. bilseydi, büyüyünce böyle bir "mahlukat" olacağını hiç doğurur muydu onu?.. Evet; o, kafası orospulaşmış bir fahişe!.. O, bir orospu çocuğu!.. O, mümkün değil ki, anasının rahminde büyümüş bir "cenin" olamaz!.. Olsa olsa; ''9 ay 10 gün çektiği kabızlık"tan sonra makatından defettiği bir "bok"tur!.. Düşünüyorum da; bir "insan"dan, mümkün değil, böyle bir "yaratık" çıkamaz!.. Bir kadın, böyle bir "enik" doğuramaz! aklım, havsalam almıyor. Hiçbir ana-baba, böylesine bir "pislik", böylesine bir "mikrop" üretemez!.. Hele hele; 9 ay boyunca taşıyamaz bünyesinde!..

O halde, nereden çıktı bu mahluk?.. "İnsan" desen, insana benzemiyor!.. "Hayvan" desen, tüm mahlukata hakaret olur!.. Kendi dışkısını yiyen "domuz" bile temiz kalır bu "necaset"in yanında!.. İyi de; kim bu alçak?.. Nereden çıktı bu şerefsiz?.. Öyle bir "necaset parçası" ki, hiçbir "ana"nın rahminden çıkması mümkün değil!.. Onun gözünde; okumak için üniversite kapısında bekleyen "başörtülü" öğrenciler birer "fahişe!.." Hem de; "bellenmesi gereken bir fahişe!.." Depremde çektikleri "acı"ların üzerine, bir de "okula girememe" baskısıyla karşılaşan bir "depremzede öğrenci"nin zulmü protesto için açtığı "7.4 yetmedi mi?" pankartına takmış kafayı.

Diyor ki; "size neyin yetip yetmediğini ben biliyorum da, size değmez!.. onu yapmaya bile değmezsiniz!.. Sizi gidi alçak fahişeler sizi!.." Ben de diyorum ki; hayır; böyle bir "şey"e "insanca" cevap vermek mümkün değil... Ona neyin yetip-yetmeyeceğini ben de çok çok iyi biliyorum ama, değmez!.. Çünkü; yazdığı kalem bile "küçük" gelir ona!.. O ki; oturduğu "cola şişesi"nden bile zevk alan bir "homoseksüel"dir!.. Dolayısıyla; "kalem"ler, "şişe"ler değil, "budaklı odun" lazım, bu alçak homoseksüele!.. Ya da, çok iyi bildiği "çarpışan mızrak"lardan ikisi!.. Bu "necaset" var ya; program yaptığı" kanalizasyon"dan aradım kendisini: "o şimdi burada yok, denize doğru akıyor o bok!" dediler!.. Ağzından "kusmuk" kaleminden "irin" dökülen bu it, asla "yazar" olamaz. büyük bir ihtimalle ya "boynuzlu" bir pezevenk, ya da en yakınlarını pazarlayan bir "deyyus"tur!..

Sırf "başörtülü" oldukları için okuma hakkı gasp edilen kız öğrenciler için "200 milyonu bastır soyunsunlar, 300 milyonu ver başka şey yapsınlar" diyebilecek kadar bayağılaştığına göre, merak ediyorum; böyle bir hayvana tahammül edebilmesi için, karısına ne kadar "vizite parası" ödediler?.. Ya da; karısı kaç milyona soyunuyor?.. "Yatak ücreti" kaç paradır?.. Yoksa; "lüks yaşantısı"nı, debdebeli hayatını, karısının "vizite ücretleri"nden kazandığı paralara mıborçlu bu pezevenk?.. Rıdvan Dilmen'in sözünü ettiği "yazar"lar arasında bu "boynuzlu"da var mı acaba? "Daha fazla maaş"için, o da "patron"larına "gönderiyor"mu karısını?.. Öyle ya; "kimin kaça soyunacağı" konusunda bu kadar "uzman" olduğuna göre!.. Ne demiş eskiler; "kişi, başkalarını da kendisi gibi bilirmiş!.."

Zaman zaman; bazı hanım okurlarımın "hassasiyet"lerine duyarlı davranır ve bu "pespaye tetikçi"lere daha ağır ifadeler kullanmamak için kendimi zor tutardım. Hayır; bugün çıkaracağım ağzımdaki baklayı. ister kızın, ister darılın, isterse telefonlara sarılın; ama n'olur, bu kafasındaki "irin"leri satarak para kazanan "orospu çocuğu"na, bugün olsun anladığı dilden cevap vereyim. Böyle "it oğlu it"lere az bile yazıyorum. Bunlar "balans ayarı"ndan hoşlanır... Elleri kızarıncaya kadar alkış tutarlar bütün "dayatma"lara!.. Bunlara var ya; balans ayarı değil, aslında iyi bir "alyans ayarı" yapacaksın!.. Bol taşlı,büyük başlı "yüzük"leri geçireceksin "büzük"lerine, döndüre döndüre ayar yapacaksın!.. Hayır; bunlara karşı "anladığı dilden" konuşmak da çare değil. bundan böyle; anladıkları "stil"den konuşmalıbunlarla!.. Nasıl "bellenmek" istiyorlarsa, öyle bellemeli!.. Hem de "gazete" diye çıkardıkları "paçavra"ların üzerinde!.. Görsünler bakalım; "Allah'ın emri" olan başörtüsünü taktığı için namus timsali olan o mağdur öğrencilere "fahişe" demek neymiş!..

Görsünler; budaklı odun, "cola şisesi"nin üzerine oturmaya benziyor muymuş!.. Görecek!.. Bir gün gelecek, cümle alem görecek bu "homo"ların rezilliğini!.. Bakalım "o gün" geldiğinde nereye açacaklar?.. Ama; dünyanın öteki ucuna da kaçsalar, en ücra köşeye de sinseler, girdikleri delikten çıkarıp, teşhir edeceğim bunları!.. Tıpkı; "yahudi"lerin, "naziler"i arayıp, bulduğu ve yargılattırdığı gibi!.. Bu "kazurat takımı"nın yaptıkları asla yanlarına kar kalmayacak. "Adalet" önünde verecekler hesabını. Verdirtmezsem, şerefsizim!.. Dost-düşman bilsin gayet iyi biliyorum ki; "Ankara"dakilerin özünde, ben bir "vatan haini"yim!.. bir "devlet düşmanı" ve bir "bölücü"yüm!.. Ben, "pkk'lıdan da tehlikeli" biriyim!.. Çünkü ben "şeriatçı"yım!.. Beni öyle görüyorlar, öyle deklare ediyorlar.

Ammaaa... "PKK için mayın" üreten ve yüzlerce Mehmetçiğin şahadetine, yüzlercesinin sakat kalmasına yol açan valsella'nın faaliyette bulunduğu İtalya bir "müttefik", Ankara’nın gözünde!.. PKK'ya 12 bin küsur "mayın" satan valsella'nın bağlı olduğu fiat, Rahmi Koç hazretlerinin "koç holding"i ile "ortak"mış, kimin umurunda? Ankara, ilan etmiş bir kere; İtalya müttefik, fiat dost, Rahmi Koç vatansever!.. Bu ahval veşerait içinde, ben de bir "devlet düşmanı"ymışım, iyi mi?..’

İsterseniz bu ‘devlet düşmanlığını’ da Nazım Hikmet’in; ‘Vatan Haini’ şiiri ile birleştirerek bir kere daha yorumlayalım;

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
Ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
Vatan, mızraklı ilmihalse, vatan, polis copuysa,
Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
Ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

İşte böyle bir şey 28 Şubat’ı anmak… ‘1000 yıl sürecek’ bir rezilliğin 10 yıl bile sürmeden geberip-gitmesini görmek…

Süleyman Aras alıntıladı.
Bu yazıyı paylaş:

Eski Kafa!'lar Orduya Nasıl Sızıyor?

28 Şubat’ın yıldönümünde Yıldıray Oğur’un Taraf gazetesindeki yazısını paylaşıyoruz. Oğur’un “28 Şubat’ın son formu” başlıklı yazısı şöyle:

Dindarlar neden orduya, polise, yargıya sızıyor sizce? İktidarı çok sevdikleri için? Şeriat getirmek için? Cemaatleri öyle istedi diye? Peki, kapıdan giremedikleri için olmasın?

Ortadaki (yanda) formu Türkiye’de askeri okullara girmek isteyen her öğrencinin doldurması zorunlu. Öyle 28 Şubat’tan kalma, gizli savcılık dosyasından bana sızdırılan bir belgeden bahsetmiyoruz. 2010 yılında hazırlanan Askeri Okullar için standart başvuru formu bu. Kararlı bir Google mesaisinden sonra karşınıza çıkıyor.

Ama dikkat. Bu form, Türk ve Sünnilerin bu toprakların millet-i hakimesi olduğuna inananlar ve her şeyi bununla açıklamaya çalışanların kafasındaki standart formları epeyce zorlayabilir. Çünkü ömrü hayatımızda binlercesini doldurduğumuz formlardan biraz farklı.

Önce formun sağındaki fotoğraflar bölümüne bakalım. Başvuru yaptığınız okulun/kurumun/işin sizden bir fotoğrafınızı istemesinden daha doğal bir şey yok. Peki ya bugüne kadar anne ve babanızın da son bir yılda çekilmiş bir fotoğrafını isteyen form doldurdunuz mu?

Dünyanın en büyük gay porno arşivi gibi dünyanın en büyük ebeveyn fotoğrafları koleksiyonu da TSK’nın elinde olmalı.

Peki ne yapıyor ordumuz anne ve babalarınızın resimlerini sizce? Bingo. Babanızınkiyle muhtemelen hiç ilgilenmiyorlar ama annenizin resmi onlara askeri kariyeriniz hakkında çok önemli bilgiler veriyor. Hele de anneniz başörtüsünü generallerin anneleri gibi bağlamıyorsa.

Formdan devam edelim. Garip bir başlık daha: Mezun Olduğu/Olacağı Okul İle Kurs ve Dershane Bilgileri. Bir okula girerken mezun olduğun okulunu forma yazmak anlaşılır. Peki ya gittiğin kursu ve dershaneyi niye yazarsın? Dershaneden mezun bile olunmuyor ki. Peki, neden ordumuz askeri okullara giren öğrencilerin hangi dershaneden mezun olduğunu merak ediyor sizce? Yine bingo. Valla siz de beyni ülkesinin kirli rutinleriyle iğdiş edilmiş bir T.C. vatandaşısınız.

Ve forma son bir dikkat daha. En alttaki sütun. Başlık: Önceki okul bilgileri. Yani, öyle “şu okuldan mezun oldum” deyip kurtulamıyorsunuz külyutmaz TSK’nin elinden. Tane tane anlatacaksınız. Hazırlık sınıfını nerede okudun? Birinci sınıfı nerede okudunuz, ikinci sınıfı nerede, üçü nerede? Ya birinci sınıfta İmam Hatip’e ya da Fatih Koleji’ne gidip son sınıfta ordumuzu kandırmak için normal liseye geçiş yaptıysanız? Ee tabi öğrenciler de aptal değil. Tecrübeli. Öyle mezun olduğu dershanenin yanına “FEM” yazmıyorlar tabii ki. Karşı stratejiler geliştiriyorlar. Annelerinden bir fotoğraf karelik fedakârlık rica ediyorlar, İmam Hatip’ten, dershaneden kayıtlarını sildiriyorlar.

Tabii TSK için de beyan esas değil. Formdaki bu taktiklerden ordu da haberdar. Güvenlik soruşturması için bizzat evlere gidiliyor. Adaylar etraftan soruluyor, soruşturuluyor. Hatta bir önceki standart formda ailenin toplu fotoğrafı bile isteniyormuş. Yani ordumuz için bir aile pozu veriyormuşsunuz. Bir rivayete göre askeri okula girecek çocuğun namaz kılıp kılmadığını tespit için namaz kılanlarda oluşan topuktaki nasır bile kontrol ediliyor.

Orduya girdikten sonra da levellar bitmiyor. Teftiş için oturmaya gelen komutan için başörtülü eşine peruk taktırmayı akıl eden ama içerden annesinin başörtüsünü bulup, salonun ortasında namaza duran küçük kızını hesaba katamayan yüzbaşı gibi talihsiz değilseniz, içkili kokteylde garsonu ayarlayıp meyveli kokteyli vişne votka diye yutturabilirseniz, aranan çöplerinize itinayla bira kutuları atmayı ihmal etmezseniz, eğer zorunlu olarak lojmanda oturuyorsanız başörtülü eşinizi arabanın bagajına kapatıp içeri sokmayı başarabilirseniz, askeri partilerde iyi sarhoş taklidi yapmayı becerirseniz neden olmasın siz de kurmay olabilirsiniz. Hatta yemeğinizi sefer tasıyla evden getirirseniz Genelkurmay Başkanı bile olabilirsiniz. Tabii günün birinde iklim değişip ‘tasfiye’ edilmezseniz. (Benzeri hikayeler için bakınız: Darbeci Kuşatma - Yusuf Çağlayan, Nesil Yayınları)

28 Şubat, 2012 yılında bu formda yaşamaya devam ediyor. 15 yıl sonra darbe, tasfiye, fişleme kelimeleri de geri döndüğüne göre o yaşam formunda debelenmeye devam ediyoruz demektir.

Peki böyle bir ülkede bütün bu zorlu parkuru başarıyla geçen dindar ailelerin çocuklarının orduya girmesine ne deniyor: Cemaat orduya sızdı.

Valla ben sadece “bravo” diyorum.

Bu yazıyı paylaş:

27 Şubat 2012

Kilisenin Ateizm Karşısındaki Çaresizliği

Prof. Dr. Nevzat Tarhan - Haber 7

ANGLİKAN KİLİSESİ ATEİZME CEVAP VEREMEDİ

Son yıllarda bütün dünyada dinin toplumdaki yerine dair tartışmalar artıyor. Bu çerçevede Oxford Üniversitesi’nde ünlü Biyolog Richard Dawkins ile Anglikan Kilisesi’nin başı Başpiskopos Rowan Williams ‘Tanrının varlığı’ konusunda tartıştı. Üç soruya Williams ‘bilemiyorum’ diye cevap verdi.

Gerçeği araştırma kaygısı olsaydı Dawkins’in karşısına tasarımsal varoluşu savunan bir bilim adamı çıkarılırdı. Anglikan Kilisesi Başpiskoposunun cahilliği çok şaşırtıcıydı. Bu denk olmayan “Debate” yani tartışmalı münazara Oxford’a yakışmadı.

Milliyet Dış Haberler Servisi’nin haberine göre tartışma şöyle cereyan etti:

Katolik bir rahipken Tanrı’nın varlığından kesin biçimde emin olunamayacağını düşünerek filozofluğa çark eden Sir Anthony Kenny ‘hakem’ oldu. İki taraf da fikirlerinden taviz vermezken beklendiği kadar şiddetli bir tartışma yaşanmadı.

Soru 1: Dawkins “Anlayamadığım şey neden dünyanın bir hiçlikten var olduğu fikrinin güzelliğini göremiyorsunuz. Bu zarafet dolu, nefes kesici ve güzel bir şey… Neden böyle bir şeyi Tanrı gibi karmaşık bir şeyle alt üst ediyorsunuz?” diye sordu. Williams, Dawkins’in argümanının ‘güzelliği’ konusunda ‘hemfikir’ olduğunu belirtse de “Tanrı’nın bu süreçte bir ayakkabı çekeceği gibi öylesine fazladan bir rolü olduğundan bahsetmiyorum” diye esprili bir cevap verdi.

Soru 2: Dawkins’in “şefkatli bir Tanrı varsa niye bu kadar acı var?” şeklindeki sorusuna Williams samimiyetle “Bunu yapabileceği halde neden daha fazla yapmıyor, bilmiyorum” dedi.

Soru 3: Dawkins’in ruhun ölümsüzlüğüne inanıp inanmadığı konusunda ısrarlı sıkıştırmalarıyla karşılaşan Williams ‘ruhun ölümle sona ermediğini’ belirtse de insan ruhunun ne olduğu konusunda tam bir açıklama getiremedi. Başpiskopos, “Ruhun ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok” dedi.

Birinci soruya özet cevap: Dünyanın hiçlikten var olduğuna inanmanın zarafet ve güzellik dolu olduğu kesin, tek istisnası ölümün varlığı. Eğer ölümü öldürebilirseniz her şeye rağmen dünya çok güzel. Ancak her gün bir adım darağacına gittiğini düşünen insan bu güzellikten zevk alamaz. Akıllı insan “Sonsuzluğun sonunu” düşünmek zorunda bu soruya da en güçlü cevabı tevhid inancı veriyor.

Her şeye hâkim ve sınırsız güç, irade ve ilme sahip yaratıcıya inanıldığı zaman kulluk yükümlülükleri ortaya çıktığı için ateizmi savunanların zihinsel konforu bozulmaktadır. Ateizmin kolaycılığı ve duygusal temeli gerçekte budur. Yoksa evrenin tasarımsal varoluşu tesadüfî var oluşundan daha çok akla yakındır. Mamafih, Dawkins dürüst davranarak “Allah’ın yokluğunu ispat edemediği için” ateist değil agnostik olduğunu söylemiştir. Dawkins, var da diyemiyor yok da, yani bilinmezci, tıpkı Darwin gibi.

Cevap 2: “Şefkatli bir Tanrı, bu kadar acı ve kötülükle nasıl bir arada bulunuyor?” sorusu neye baktığınızla ilgili değil ‘nereden’ baktığınızla ilgilidir. Yaratıcının konumundan konuya bakarsanız şer sorununa cevap bulabilirsiniz. ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımın 225. sayfasında ‘Kötülük Sorunsalı’ başlığı altında ayrıntılı anlatmıştım. ‘Sınav Diyalektiği’ ile evrene bakılmazsa bu soruya cevap alınmaz.

Eğer kötülük ve şer olmasaydı insanlık ilk insan veya evrimcilerin tanımlaması ile “maymunsu ata” düzeyinde kalırdı.

Nörobilim çalışmaları çerçevesinde ‘Duygusal Beyin’in varlığı ile insanın iç eğilimleri içerisinde kötülük eğilimlerinin genetik alt yapısı doğrulandı.

Şefkatsiz gözüken davranışlar dünya yaşamının sonsuzluk çizgisinde bir parantez olduğuna inananlar için ‘birer sınav çilesi’ olmasından başka bir şey değildir.

Kötü insan geni yok ama sınırsız iyicili veya sınırsız kötücülü seçme yetimizin varlığı kesindir. İnsan bu şekilde kodlanarak var edilmişse, ‘bunun nedenlerini araştırmak’ kötülüğün var olmasını reddetmeye çalışmaktan daha zekicedir.

Cevap 3: Ruhun ölümsüzlüğü ‘İnancın Epistemolojisi’ çalışmaları kapsamında önemli başlıklardan birisidir. Materyalist Pozitivizmin kuantum evren içerisinde evrenin sonsuz bir enerji ile kuşatıldığına itiraz edemediğini biliyoruz.

O halde ve bütün seçeneklerin aynı anda hem var olduğu hem de yok olduğu bir enerji evreninde yaşıyoruz. Dünyadaki dolaşımı bitmiş bir ruh programı, bilgi sinyalinin boyut değiştirerek başka bir enerji bandına ve boyutuna geçmesi, yok olmasından daha akla yakındır. Aksi takdirde hayat çok anlamsız olurdu.

Sanatsal düşünceyi, sembolik ve kavramsal düşünceyi insanın evrim sürecinde kendi kendine ürettiğini söylemek bir bilgisayarın işletim sistemini kendi kendine ürettiğini söylemek kadar gülünç olmaktadır.

Ruhun bekası konusu ‘İnanç Psikolojisi’ kitabımda Ruh, Bilinç, Evren laboratuvarı, Tanrı hipotezi, İnanç geni, Kuantum dinamiği, Elektromanyetik enerjiler, İnsanı anlamak, Din ve bilimin sınırları gibi başlıklar altında incelendi. İlgi duyanlar daha fazla bilgiyi buradan temin edebilirler.

“Keşke Dawkins’in karşısında ben olsaydım” diye çok hayıflandım.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan - Haber 7
Bu yazıyı paylaş: