Devletimizin öyle kangrenleşmiş uzuvları var ki, kessen olmuyor, yok saysan hiç olmuyor. Öyle meselelerimiz var ki, üzerine kitap değil ansiklopedi yazsan durumu anlatmaya yetmiyor.
Edebiyatın, onun da özellikle en büyülü alanı şiirin usta ellerde hayat bulması, bizim anlam ve yorum dünyamızı kısırlıktan kurtarıyor. Bize, daha iyi anlama imkânı veriyor. Başka bir ifadeyle böyle meselelerde cümle kurma sıkıntısı yaşayıp “imdat!” dediğimizde yetişiveriyor.
Bizim halkımız için (özellikle köylüler için) devlet kapısı hep problemli olmuştur. Çocuklarımız için iğneci (eskiden aşı yapan ebelerin, hemşirelerin, sağlık memurlarının adı buydu), sünnetçi, jandarma, polis ne anlam ifade ediyorsa büyüklerimiz için de devlet kapısı aynı şeyi ifade ediyor. Özellikle de elitlerin ‘cahil halk’ diye aşağılamaya çalıştığı yığınların (çoğunluk anlamında) devlet kapısıyla ilgili problemi 21. yüzyıl Türkiyesinde bile bitmiş değildir.
O halde Mustafa Kemal’in meşhur “köylü, milletin efendisidir” sözünü, -virgülün yerini değiştirip gizli özneyi ortaya çıkararak- “devlet, köylü milletin efendisidir” şeklinde yorumlayabilir miyiz?
İşte bu meseleyi ne kadar resmetmeye çalıştıysam başaramadım. Ne mutlu ki, burada da bir usta el devreye girmiş ve şiirin o büyülü gücüyle meseleyi resmetmiş durumda. İşte bu şiir, Abdurrahim Karakoç’un “İsyanlı Sükût” isimli bu şiiri, her gün okunmalı, yorumlanmalı, düşünülmeli ve devlet dairelerine asılmalı…
İnternette forumlarda birbirini yiyenler de dalaşmayı bırakıp bu şiiri tartışsalar çok daha iyi olur diye düşünüyorum.
Bu dileklerle “İsyanlı Sükût” şiirini paylaşıyorum. [Bu şiiri Bedirhan Gökçe’nin güzel yorumu ile dinlemek isteyen BURAYI tıklayabilir.]
Süleyman S. Aras
İsyanlı Sükût
Gitmişti makama arz-u hâl için,
“Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki, oldu o biçim...
“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı,
“Vay” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı… Neden sonra garsonu gördü,
“Çay” dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı.
Kalktı ki, garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı,
“Say” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım can evime döktüler ataş.
Sordum: “memleketin neresi gardaş?”
“Köy” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden,
Salladı dilini... vazgeçti birden,
“Oy” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Abdurrahim Karakoç
Edebiyatın, onun da özellikle en büyülü alanı şiirin usta ellerde hayat bulması, bizim anlam ve yorum dünyamızı kısırlıktan kurtarıyor. Bize, daha iyi anlama imkânı veriyor. Başka bir ifadeyle böyle meselelerde cümle kurma sıkıntısı yaşayıp “imdat!” dediğimizde yetişiveriyor.
Bizim halkımız için (özellikle köylüler için) devlet kapısı hep problemli olmuştur. Çocuklarımız için iğneci (eskiden aşı yapan ebelerin, hemşirelerin, sağlık memurlarının adı buydu), sünnetçi, jandarma, polis ne anlam ifade ediyorsa büyüklerimiz için de devlet kapısı aynı şeyi ifade ediyor. Özellikle de elitlerin ‘cahil halk’ diye aşağılamaya çalıştığı yığınların (çoğunluk anlamında) devlet kapısıyla ilgili problemi 21. yüzyıl Türkiyesinde bile bitmiş değildir.
O halde Mustafa Kemal’in meşhur “köylü, milletin efendisidir” sözünü, -virgülün yerini değiştirip gizli özneyi ortaya çıkararak- “devlet, köylü milletin efendisidir” şeklinde yorumlayabilir miyiz?
İşte bu meseleyi ne kadar resmetmeye çalıştıysam başaramadım. Ne mutlu ki, burada da bir usta el devreye girmiş ve şiirin o büyülü gücüyle meseleyi resmetmiş durumda. İşte bu şiir, Abdurrahim Karakoç’un “İsyanlı Sükût” isimli bu şiiri, her gün okunmalı, yorumlanmalı, düşünülmeli ve devlet dairelerine asılmalı…
İnternette forumlarda birbirini yiyenler de dalaşmayı bırakıp bu şiiri tartışsalar çok daha iyi olur diye düşünüyorum.
Bu dileklerle “İsyanlı Sükût” şiirini paylaşıyorum. [Bu şiiri Bedirhan Gökçe’nin güzel yorumu ile dinlemek isteyen BURAYI tıklayabilir.]
Süleyman S. Aras
İsyanlı Sükût
Gitmişti makama arz-u hâl için,
“Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki, oldu o biçim...
“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı,
“Vay” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı… Neden sonra garsonu gördü,
“Çay” dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı.
Kalktı ki, garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı,
“Say” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım can evime döktüler ataş.
Sordum: “memleketin neresi gardaş?”
“Köy” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden,
Salladı dilini... vazgeçti birden,
“Oy” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Abdurrahim Karakoç
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil> Merhaba Şeniz,
YanıtlaSilSiz de iyi sayıp dökmüş, kırıp geçirmişsiniz. Size de bravo. Ben küfür mü etmişim? Yok! O zaman "karşımdakinden ne farkım kalır?" sözünüz havada kalıyor.
Bugünkü iktidarlara veya devlet kapısına gelince aynen şöyle yazmışım: "Özellikle de elitlerin ‘cahil halk’ diye aşağılamaya çalıştığı yığınların (çoğunluk anlamında) devlet kapısıyla ilgili problemi 21. yüzyıl Türkiyesinde bile bitmiş değildir." Nasıl, acaba beni doğru okuyamamış olabilir misiniz?
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil> Şeniz, burada korkutma amacı gütmedim. Eğer öyle olsaydı daha açık şekilde tehdit ederdim. Kaldı ki, o karşılama mesajındaki esas amacım, -görevim gereği- böyle bir meyil içinde olan biri olursa onu bu düşüncesinden caydırmaktır.
YanıtlaSilKafaya gelince benim kafam çok daha eski ve ben bundan oldukça memnunum. Benim Eski Kafa yorumum da çok yakında bu blogda olacak zaten.
Küçük bir anektod... Atatürk’e ait bilinen “Köylü milletin efendisidir.” sözü Kanuni Sultan Süleyman’a aittir.
YanıtlaSilKanuni bir gün mahremiyle görüşürken onlara “Velinimet-i âlem ( dünyanın efendisi ) kimdir?” diye sormuş. Onlarda tereddütsüz “padişah efendimizdir” demişler. Kanuni bunun üzerine; “Hayır, dünyanın efendisi reâyadır ( köylü ) ki ziraat ve haraset emrinde huzur ve rahatı terk ile ihtisab ettikleri nimetle bizleri it’ham ederler.” Yani, tarım ve çiftçilik işlerinde huzur ve rahatlarını bırakıp elde ettikleri ürünlerle bizi doyururlar.
Emeğinize sağlık.
Talha Dereci
www.talhadereci.com