Bir önceki yazımda belirttiğim gibi 26 Temmuz ile 3 Ağustos tarihleri arasında yıllık iznimin bir kısmını kullandım. Bu izin süresince bir şey yazmam mümkün değildi. Çünkü doğup büyüdüğüm köye (Cevizlidere) gitmiştim.
Fakat bu süre zarfında baş döndürücü gelişmeler (Ergenekon olayında her geçen gün yeni gelişmeler ve belgeler ortaya çıktı, Güngören’deki alçak saldırı yaşandı, kapatma davası reddedildi, Osman Yağmurdereli vefat etti, kontrol altına almakta zorlanılan orman yangınları çıktı) yaşandı. Bu gelişmelerden bazıları ile ilgili, önümüzdeki günlerde, ayrı başlıklar altında yazılar kaleme almayı düşünüyorum.
Bu arada, kısaca tatilimden bahsetmek istiyorum: Tatile iki yeğenimle (Mustafa ve Yavuz) birlikte gittik. Beni yalnız bırakmadılar; gerçi pişman da olmadılar. En az benim kadar memnun kaldılar bu memleket gezmesinden.
İlk günümüzü dinlenerek geçirdik. İkinci, üçüncü ve dördüncü gün, babamın, tatil kavramını yanlış değerlendirmesi : ) sonucu bahçede epey bir çalıştık: Kurumuş ağaçları keserek taşıdık. Ne yalan söyleyeyim, üçümüzün de elleri su doldu. Buna rağmen hiç tereddüt etmeden he de eğlenerek çalışmaya devam ettik. Çünkü artık bu tür işlere babamın gücü yetmiyor. Beşinci gün kasabaya (İspir) gittik. İspir seyahati gezme, Selçuklulardan kalma İspir Kalesi gezisi, fotoğraf çekme ve alışveriş ile geçti. Altıncı gün (Cuma) öğleye kadar köyde kaldık, pekmez yapmak için dut silkeledik. Cuma namazından sonra köyümüzün yaylasına çıkmaya karar verdik. Yaylaya sürekli yokuş yürüyerek, yorgun argın, iki buçuk saatte vardık; fakat buna değdi: Tertemiz dağ havası, enfes çiçek kokuları ve buz gibi kaynak suları (gözeler), yaylada pişen kete ve çay… yıllar sonra tekrar aklımı başımdan aldı. Bu yayla gezisinin Mustafa ve Yavuz açısından ayrı bir önemi vardı: Mustafa yaylada doğmuştu; doğduğu evi gördü, duygusal anlar yaşadı. Yavuz ise ilk defa görüyordu yaylayı. Aynı gün yürüyerek köye geri döndük. Bu yorgunluk yetmiyormuş gibi ertesi gün (yedinci gün) komşu köylerin (Cennetpınarı ve Sergenkaya köyleri) yaylasında yapılan şenliklere gitmeye karar verdik. Bu sefer yürüyerek gitmedik; ama keşke yürüyerek gitseydik. Zira hem giderken hem dönerken yolculuğumuz, Köy Hizmetleri’ne ait bir kamyonun kasasında geçti. Ne yolculuktu ama! Yayla dağda olduğu için sarp bir yamaca yapılmış zikzaklı ve dar bir yoldan gidip döndük. Özellikle dönüşte, kamyon virajları dönerken, biz uçuruma baktıkça yüreğimiz ağzımıza geldi. Bizim oralarda bu tür etkinliklerin daha yeni olmasından dolayı, şenliklerin çok doyurucu olmaması da cabası.
Bunların dışında sırf yazıyı uzatmamak için yazmadığım ayrıtılar da tatilimize renk kattı. Ancak Yavuz’un hem gidişte hem de dönüşte yaşadığı uçak korkusuna, Mustafa’nın kâbus görüyormuş gibi sayıklamalarıyla bölünen uykularımıza, benim müzmin bekârlığımın hâlâ köyün ve özellikle bizim evin magazin gündeminde olmasından dolayı yaşadığım gerginliğe de değinerek bu yazıyı bitirmiş olayım.
Evet, tatilden döndüm. Tatilin birkaç ayrıntısını da sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazıdan sonra, inşallah alışılagelen yazılarımla karşınızda olacağım. Durmak yok, yazmaya devam…
Süleyman S. Aras
>Hoşgeldiniz
YanıtlaSil>Hoş bulduk Yaren. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil