Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra başlayan kalkınma hareketinin günümüze kadar neden devam etmediği ve nasıl baltalandığı konusunda bir iki örnek verdikten sonra İmza meselesine geçeceğim.
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan sanayileşme çabalarının ne denli büyük olduğuna en iyi örnek, o yıllarda yapılan savaş uçaklarıdır. O günün şartlarında yüz civarında savaş uçağı yapan Türkiye, bunları Avrupa’ya ihraç etmeyi bile başarmıştır. Ne var ki, Türkiye’nin bu ilerlemesinden rahatsız olanlar da yok değildi. Hem içerde hem dışarıda başlatılan kampanyalar sonuç verdi ve Türkiye, uçak dâhil ağır sanayide üretim yapmak yerine dışarıdan ithalat yapma konusunda ikna(!) edildi. Bazı vatan hainlerinin milleti kandırmak için “daha ucuza mal oluyor” diyerek bu oyunun gönüllü piyonları olmaları ise bahtsız milletimizin bugünkü kaderini çizmiştir. Türkiye bir elma şekeriyle kandırılarak bugünkü geri kalmışlığına itilmiştir. O dönemde başlatılan hamleler devam ettirilseydi bugün dünyanın kaçıncı süper gücü olurduk? Emin olun ilk üç dışında değildik!
Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında kendi uçak mermisini, lokomotifini, denizaltısını hem de tamamen yerli sermaye ile yapmayı başaran Türkiye, sonraki yıllarda ağzına çalınan bir parmak balla, itiraz edecek nefesten bile mahrum bırakılmıştır. Bir parmak bal, onu yalayan hainlere parlak gelecekler açarken ülkemiz için utanç yıllarının başlangıcı olmuştur.
Devrimcilerin umudu Devrim:
1961 Devriminden sonra halka bir şeyler verme, devrimin içini doldurma ihtiyacı hisseden Cemal Gürsel emrini verir ve tamamen yerli bir otomobilin üretilmesini ister. (Detayları geçiyorum) Hikâye değildir; tamamen Türk emek ve sermayesinin ürünü, her şeyiyle yerli olan ilk otomobilimiz, Devrim ismiyle üretilir. Dört buçuk ayda tasarlanan ve yapımı tamamlanan ilk prototip, 29 Ekim 1961’de, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında tanıtılacaktır.
Şanssızlık mı, ihmal mi, yoksa başka sebepler mi aranmalı, bilemiyorum; Devrim, Eskişehir’de üretildiği için Ankara’ya trenle getiriliyor. Güvenlik nedeniyle de, deposuna konan benzin boşaltılıyor. Tanıtım tam bir fiyaskoya dönüşmüştür. Çünkü Cemal Gürselin de içinde bulunduğu ilk yerli otomobilimiz iki yüz metre gidip durmuştur. Ne olduysa ertesi gün oldu. Aşağı yukarı tümü hainlerin elinde olan gazeteler, ağız birliği etmişçesine Devrim’in yüz metre gidip bozulduğunu, kimisi hiç çalışmadığını yazıyor, olayla dalga geçiyordu. Oysa Devrim çalışmış, sonraki bir-iki gün Ankara’da defalarca dolaştırılmıştı ve halka gösterilmişti. Fakat yine de bu fiyasko ve o zamandan bu zamana hainliğinden bir gram kaybetmeyen medya baronlarının baskısı Devrim’in ipinin çekilmesine yetmişti.
Devrim’in hikâyesinin üzerinden uzun yıllar geçti. Ülkenin doğusundan gelen ve yaptığı akıllı yatırımlarla (elbette Avrupa’daki Türklerden senet karşılığı topladığı paralarla) kısa bir sürede yükselen ve zenginleşen bir işadamımız aynı rüyanın peşine düştü: Tamamen yerli bir Türk otomobili… Fadıl Akgündüz adındaki (affınıza sığınarak söylüyorum) bu toy zenginimiz ne tür çakalların ortasında aşık attığını hesaba katmadan rüyasını gerçekleştirme çabasına girişti. Tamamen yerli olan bu otomobile isim olarak İmza’yı, logo olarak da Osmanlı padişahlarının tuğralarını anımsatan bir çalışmayı uygun gördü.
Her şeyiyle yerli olan İmza’nın prototipinin tanıtımı, görkemli bir törenle yapıldı. (Bugün bu prototip dünyanın önde gelen otomobil prototip tanıtım sitelerinde hâlâ var) Ne olduysa bundan sonra oldu. Diğer sektör tanıtımlarında olsun İmza’nın tanıtımında olsun, Fadıl Akgündüz’ün (amiyane tabirle) olukla para akıttığı medya baronları koro halinde Jetpa’nın ve Fadıl Akgündüz’ün üzerine saldırmaya başladı. İçlerinden bir aklıevvel köşe yazarı çıktı “Fadıl otomobil yapsın; Taksim Meydanı’ndan eşşek gibi anıracağım” dedi. (Fadıl otomobili yaptı, siz yapmadı dediniz; ama ben sizin anırtılarınızı hâlâ duyar gibiyim)
Sırf Toyota’nın Türkiye’de üretim yapmasını sağladı diye rakiplerince öldürülen Özdemir Sabancı olayı ortadayken Fadıl Akgündüz (Jetpa-İmza) olayına bakışımı kimse komplo teorisi olarak görmesin.
İmza’nın prototipi podyumlarda arzı endam edip tanıtılınca neler olduğunu az-çok herkes biliyor. Kimi vatanseverler bu uğurda her türlü desteği verebileceğini haykırmıştır. (örneğin Bülent Ecevit otomobil fabrikası için Siirt’te arsa sözü vermiştir) Fakat içimizdeki vatan hainleri ise hep bir ağızdan: “biz malız, biz geri zekâlının önde gideniyiz, biz Darvin’in de dediği gibi hâlâ mağara adamıyız, biz ameleyiz, bizden bir b.k olmaz, biz otomobil falan yapamayız diye salya sala sala bağırıyorlardı. O dönemde dünya otomobil baronları bir olup bir hayalimizi daha engellediler. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır sözü misali, bu bağırtıları -maalesef- yine onlara kazandırdı.
Fadıl Akgündüz çeşitli soruşturmalara tabi tutulunca ülkeyi terk etti, 2002 yılında milletvekili seçilse de dokunulmazlığı kaldırıldı, hapse atıldı, holdingi tarumar edildi vs. İmza’nın akıbeti şu anda nedir; inanın bilmiyorum. Böylece bir rüyamız daha sadece rüya olarak kaldı.
Şimdilerde yerli üretim yabancı arabalara (ve tabi ithallerine) binmeye devam ediyor; bizim işbirlikçilere biraz komisyon, esas üretici ve patent sahibi ülkelere ise milyarlarca Dolar kazandırıyoruz.
Ne mutlu Türküm diyene! He valla...
Süleyman S. Aras
0 yorum:
Yorum Gönder
1- İsminizi (en azından bir rumuz) lütfen yazınız!
2- "Susma hakkı"nı kullanma. Susma! Hakkını kullan...
3- Senin sevdiğin kişi ve değerlere eleştirel yaklaşmış olabilirim. Bunun için hakaret ve küfür içerikli yoruma gerek yok, sen de eleştir.
4- Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmaz/yayınlanmaz.