Zaman gazetesinin son reklamında da işlendiği üzere birbirimizi etiketleme konusunda üzerimize yoktur. Nasılsa bizi birbirimize düşürecek etiketler önceden düşünülerek belirlenmiş ve tedavüle sunulmuştur. Bize de hazır olarak bulduğumuz bu etiketleri fütursuzca kullanmak kalmıştır. Asla sorgulamayız: “Bunları kucağımıza kim verdi?” diye düşünmeyiz.
Sağcı-solcu, dindar-dinsiz, Sünni-Alevi, yobaz-aydın, laik-antilaik, demokrat-komünist, örümcek kafalı, gerici, mezhebi geniş, cahil, köylü, mandacı…
Evet, kelimelerimiz bitip kendimizi savunamaz duruma düştüğümüzde, fikirlerimizi savunacak deliller bulamadığımızda, karşımızdaki kişinin düşüncesini yanlışlama çabalarımızda başarısız olduğumuzda, kısacası kelime ve bilgi hazinemizin şarjı bitmeye yüz tutunca hemen etiketlere yapışırız.
Artık gerçek ve aslında insancıl cephanelerimiz olan temiz kelimelerimiz bitmiştir. Ve biz de bitmek üzereyizdir. Bitmek kaybetmek demektir. Kaybetmek ise insana -özellikle erkek olanlarımıza- fena halde dokunan bir durumdur. Bitmektense en kirli kelimeleri kullanarak kazanma yolunu daha insancıl buluruz. Aslında bunun insancıl olmadığını, daha doğrusu insancıl olanın bu olmadığını çok iyi biliriz de bir türlü gururumuzu kırmaya yanaşmayız. Yani bu tür kirli bir kelime oyununun insancıl değil ancak insana özgü olduğunu kanıksamışızdır. İşin ilginç yanı, biraz utanarak ve kendimize kızarak, biraz da vicdanımız tarafından hırpalanarak da olsa kazanmayı hedefleriz.
Bilsek ki, farkına varsak ki bu aptalca oyunu kısacık dünya hayatı için oynuyor ve her şeyi geride bırakıp gidiyoruz. Kelimelerimizle birbirimizi incitip yaralarken sadece kendi egomuzu tatmin etmek; kör olası dünyasal, siyasi, ideolojik kaygılarımızı bastırmak; kendi gettolarımıza şirin görünmekten başka bir şey yapmadığımızı bir anlasak…
Hâlbuki kelimeler bitiyorken kirli kelimelere dayanan mücadele de bitmeli. Kelimeler bitiyor… Ancak biz bir türlü usanmıyor ve uslanmıyoruz. Ne yapıp edip yeni kelimeler, daha orijinal terkipler buluyoruz; bulamazsak düşmanımızdan ödünç alıyoruz. Bu, düşmanın silahını düşmana karşı kullanmak mı? Yoksa bir çeşit işbirliği mi?
Kim koydu bu etiketleri kucağımıza? Daha önemli soru: Bizi bu etiketler savaşından kurtaracak bir panzehir var mı?
Süleyman S. Aras
>Kelimelerden silahlar yapıyoruz işte! Teknolojimiz bu kadar gelişti. Taşa sopaya ne gerek var? Bir kaç etiket ve iğneli sözcüklerle kafa göz demeden saldırabiliyoruz. İnsanlık çok gelişti çooookkkk:(((
YanıtlaSil>> H. Yücel Ergün merhaba.Ziyaret ve yorum için teşekkür ederim. Evet, şöyle de anlayabileceğimiz gibi dil yarasının en büyük yara olduğunu öğrendiğimizden beri bu silahı sanki daha fazla kullanmaya başladık. Aslında hiçbir silah çeşidine ihtiyacımız yok. Bu dünya bunlara değmeyecek kadar kısa, fani, fuzuli, sanal...
YanıtlaSil>dil yarası değilmi en acısı....
YanıtlaSil