Bir taraftan eşitlik, hürriyet ve özgürlük kavramları ile insanın evrendeki her şeyden farkını ortaya koyarken diğer taraftan hukuk, kanun, yasa gibi yazılı; örf, töre, temayül gibi yazılı olmayan unsurlarla çeşitli sınırlar içinde hareket etme zorunluluğu getiriyoruz. Bu haliyle insan, ilk kavramlar sayesinde evrenin en özeli olurken ikinci kavramların bağlayıcılığı sebebiyle büyük bir dramın kollarında kalıyor.
Evrendeki ilahi düzenin bozulmadan devam etmesi için ikinci kavramların var olması gerektiğini tartışmasız kabul ediyoruz. Her insanın ve insan unsuruyla varlığını sürdüren her kurumun evrendeki manevi düzenin bir parçası olduğu gerçeğine istinaden bu kavramların gereklerini yerine getirmesi kaçınılmaz olarak zorunludur. Yani hem özel kişilik hem de tüzel kişilik; kanunun, yasanın, hukukun vazettiği hükümlere uymakla yükümlüdür.
Ve fakat hangi yazılı kuralları hangi kişiler işletecek de kişi ve kurumları bu kurallara uymadığı takdirde cezalandıracak? Bu kişileri yani hâkim ve savcıları neye göre seçip otoritelerini neye göre tanıyacağız? Kaldı ki, bizim onların otoritelerini tanımama gibi bir lüksümüz yok. Onları seçme hakkımız da yok. Hukuk Fakültesini bitirip çeşitli sınav aşamalarını geçen herhangi biri fertlerin veya toplumun alınyazısına dipnotlar düşmeye başlıyor.
Evrensel düzeyde kabul görmüş insan hakları, kanun önünde “şey”lere bakmadan kesin eşitlik, yasaların insani olması gibi kavramlar gerçekte ne kadar güvenilirdir? Dünyanın her yerinde, hukuk önünde yaşanan çifte standart, ikiyüzlü hükümler, rüşvetin seyrini değiştirdiği davalar toplam hukuk eylemlerinin içinde o kadar büyük bir yer işgal ediyor ki, insanın adalete güvenmesi körlük mesabesinden bakan bir çift göz ve saflık düzeyinde düşünen kısır bir akıl için bile kolay kolay ortaya konacak bir teslimiyet şekli değildir. Bu açıdan bakınca elinde terazi tutan, gözleri bağlı hatun figürü kendisini bize açarak yeterince anlaşılır hale geliyor.
Türkiye’deki hukuk skandallarından devasa bir ansiklopedi, dünyadaki -sadece yakın tarih- örneklerinden de devasa bir kütüphaneyi dolduracak kaynak oluşturmak mümkündür. Öyle ki, herhangi bir mahkeme herhangi bir kararını tam anlamıyla “sıfır bakiye” ile sonuçlandırmış değildir.
Evrensel adaletin gerçekleşmeyeceği gerçeğini kabullenmek zorunda kalan insanın tek teselli kaynağı ise tanrısal (ilahî) adalete olan inancı ve “boynuzsuz koçun, boynuzlu koçtan hakkını alacak kadar ayrıntılı mahkeme” şeklinde ifadesini bulan tam hesaplaşma gününün mutlaka gelecek olmasıdır.
Bir gün gözlerimizi geçekten açtığımızda o gün gelmiştir. Artık kimsenin kimsede bakiyesi kalmamıştır.
Evrendeki ilahi düzenin bozulmadan devam etmesi için ikinci kavramların var olması gerektiğini tartışmasız kabul ediyoruz. Her insanın ve insan unsuruyla varlığını sürdüren her kurumun evrendeki manevi düzenin bir parçası olduğu gerçeğine istinaden bu kavramların gereklerini yerine getirmesi kaçınılmaz olarak zorunludur. Yani hem özel kişilik hem de tüzel kişilik; kanunun, yasanın, hukukun vazettiği hükümlere uymakla yükümlüdür.
Ve fakat hangi yazılı kuralları hangi kişiler işletecek de kişi ve kurumları bu kurallara uymadığı takdirde cezalandıracak? Bu kişileri yani hâkim ve savcıları neye göre seçip otoritelerini neye göre tanıyacağız? Kaldı ki, bizim onların otoritelerini tanımama gibi bir lüksümüz yok. Onları seçme hakkımız da yok. Hukuk Fakültesini bitirip çeşitli sınav aşamalarını geçen herhangi biri fertlerin veya toplumun alınyazısına dipnotlar düşmeye başlıyor.
Evrensel düzeyde kabul görmüş insan hakları, kanun önünde “şey”lere bakmadan kesin eşitlik, yasaların insani olması gibi kavramlar gerçekte ne kadar güvenilirdir? Dünyanın her yerinde, hukuk önünde yaşanan çifte standart, ikiyüzlü hükümler, rüşvetin seyrini değiştirdiği davalar toplam hukuk eylemlerinin içinde o kadar büyük bir yer işgal ediyor ki, insanın adalete güvenmesi körlük mesabesinden bakan bir çift göz ve saflık düzeyinde düşünen kısır bir akıl için bile kolay kolay ortaya konacak bir teslimiyet şekli değildir. Bu açıdan bakınca elinde terazi tutan, gözleri bağlı hatun figürü kendisini bize açarak yeterince anlaşılır hale geliyor.
Türkiye’deki hukuk skandallarından devasa bir ansiklopedi, dünyadaki -sadece yakın tarih- örneklerinden de devasa bir kütüphaneyi dolduracak kaynak oluşturmak mümkündür. Öyle ki, herhangi bir mahkeme herhangi bir kararını tam anlamıyla “sıfır bakiye” ile sonuçlandırmış değildir.
Evrensel adaletin gerçekleşmeyeceği gerçeğini kabullenmek zorunda kalan insanın tek teselli kaynağı ise tanrısal (ilahî) adalete olan inancı ve “boynuzsuz koçun, boynuzlu koçtan hakkını alacak kadar ayrıntılı mahkeme” şeklinde ifadesini bulan tam hesaplaşma gününün mutlaka gelecek olmasıdır.
Bir gün gözlerimizi geçekten açtığımızda o gün gelmiştir. Artık kimsenin kimsede bakiyesi kalmamıştır.
Süleyman S. Aras
0 yorum:
Yorum Gönder
1- İsminizi (en azından bir rumuz) lütfen yazınız!
2- "Susma hakkı"nı kullanma. Susma! Hakkını kullan...
3- Senin sevdiğin kişi ve değerlere eleştirel yaklaşmış olabilirim. Bunun için hakaret ve küfür içerikli yoruma gerek yok, sen de eleştir.
4- Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmaz/yayınlanmaz.