22 Nisan 2008

>Güneşin Batıdan Doğmasını Beklemek

>
Kıyamet alametleri ile ilgili rivayetlerden birisi, kıyamete yakın bir zamanda, güneşin batıdan doğup doğudan batacağına dair rivayettir. Çeşitli İslâmî kaynaklarda kıyamet alametleriyle ilgili yeterli bilgiyi hem olduğu gibi hem de yorumlarıyla bulmak mümkündür.

Kimi kaynaklarda kıyamet alametlerinin Hadîslerde bahsedildiği şekliyle (birebir) gerçekleşeceği iddia edilirken kimi kaynaklarda ise kıyamet alametlerinin telif edilmesi yolu tercih edilmiştir. Açıkça belirtmem gerekirse ben de, kendime, telifçi görüşü daha yakın buluyorum. Çünkü İslâmiyet’in kutsal metinlerindeki (Kur’an olsun, Hadîs olsun) hem zahiri hem de batini yönün iç içeliğini göz ardı etmemiz mümkün değildir.

Kıyamet alametlerinden üzerinde en çok düşündüğüm, güneşin batıdan doğması meselesi olmuştur. Elbette Allah (c.c.)’ın her şeye gücü yeter (amenna). Fakat güneşin batıdan doğması demek, dünyanın kendi ekseni etrafında şu anki dönüş yönünden tamamen zıt bir yöne dönmeye başlaması anlamına geliyor ki, bu da dünyanın yörüngesinden çıkması dolayısıyla tüm güneş sisteminin ve galaksilerdeki dengenin altüst olması demektir. O zaman bu durum, kıyamet alameti değil de kıyametin bizzat kendisi oluyor. “O halde güneşin batıdan doğup doğudan batacak olması hangi tercüme ile tevil edilmeli?” diye düşünürken yıllar önce okuduğum bir kitap aklıma geldi, Alman Yazar Dr. Sigrid Hunke’nin İslâm’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde isimli kitabı…

Alman yazar kitabında Avrupa medeniyetinin, bilim-teknik ve kültür tarihinin İslâmiyet’ten nasıl beslendiğini en güzel örnekleriyle ortaya koymakla kalmamış, Batı medeniyetinin, İslâmî altyapısını gizleme ikiyüzlülüğünü ise eleştirmiştir. Yazara göre, bugün Avrupa’nın üzerinde oturduğu ve anlaşılmaz bir kibirle kendine mal ettiği tüm yüksek değerler ağırlıklı olarak İslâmî geçmişten doğmuş ve ondan beslenmiştir. Endülüs Emevi Devleti’nin bu anlamdaki rolü tartışmaya açık olmayacak kadar ortadadır. Dr. Sigrid Hunke’nin kitabının içeriği o kadar detaylı ki, burada uzun uzadıya bahsetmem imkânsız gibi. Bir dönem Altın Kitaplar’dan çıkan İslâm’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerinde adlı çalışma -eğer yanılmıyorsam- şu anda Bedir Yayınları’ndan çıkıyor. Bu kitabı herkese (özellikle- İslâm-bilim, İslâm-kültür, İslâm-medeniyet, İslâm-gelişme vs. konularda İslâm’dan yana şüpheleri olan herkese) tavsiye ediyorum.

Bu konuda (güneşin batıdan doğup doğudan batması konusunda) önceden de okuduğum, duyduğum bazı anekdotlar vardı. Örneğin, güneşin medeniyet veya bilim-teknik olarak yorumlanabileceği ve Batının bu anlamdaki ilerleyişinin söz konusu kıyamet alametini açıkladığı ileri sürülmektedir. Diğer bir yorum ise şöyledir: Kıyamete yakın bir dönemde dünyanın manevi kurtuluşu, Avrupa’nın Müslümanlaşması sayesinde olacak ve Müslümanlığın Batıdaki kabulü ve Batıdan tüm dünyaya yayılmasıyla dünya manevi bir aydınlığa kavuşacaktır.

Şimdi inşallah düşüncemde hata yoktur. Bana göre güneş batıdan doğmuştur. Bilim ve tekniğin, kültür ve medeniyetin Batıda gelişerek dünyaya oradan yayılması ve Batıdaki önlenemez İslâmlaşma yeterince açıklayıcı değil mi? On-on beş yıl sonra Avrupa’nın dini, dünyanın ise manevi yapısını bir ütopya olmayacak kadar güneşli görüyorum. Bazen umutsuzluğa düşsem de…

Gökten bir kızıl elma düştü; tam da kalbime!

Süleyman S. Aras
Bu yazıyı paylaş:

2 yorum:

  1. >Güzel bir konuya temas etmişsiniz, fakat güneşin batıdan doğması hadisesi insanlığın tamamen kendini kaybetmesi, bir grup inanan insandan başka Allah Allah diyen kalmaması. Bunun akebinde dünyanın yönünün kaybetmesi. Dünyanın sakinleri insan olduğundan insanlar kendi rablerini unutsalar küre-i arz başını örse vurur ve bir kıyameti koparır. Biz insanlar birazda olayları görebileceğimiz yönüyle bakıyoruz. Ama şurası bir hakikattir ki, olaylar ya gerçek anlamlarıyla yada mecazi olarak gerçekleşmektedir, dolayısıyla Kur'anı Kerim ve Hadis-i şeriflerde bahsi geçen olaylar olmuştur ve olmaya devam edecektir. İnsanlar bunu görmediklerinden veya görmek istemediklerinden kıyamet çok uzakta gibi görürler.

    YanıtlaSil
  2. >> Serhat Bey, yorumunuz ve açılımınız için teşekkür ederim. Aslında dini metinlerin hem gerçek hem de tevil anlamlarıyla ilgileniyorum. Gerçek anlamlarıyla ilgileniyorum. Çünkü mucize diye bir şey var. Tevil ile ilgileniyorum. Çünkü tevil edilmiş anlam gerçekleşince de sonuçta bir mucize ile karşılaşmış oluyoruz. Sözümü şöyle bağlayabilirim: Tefsir Selef'in işidir, tevil ise Kelamcının işidir; ama ikisi de -umarım- doğru yoldadır. Saygılar...

    YanıtlaSil

1- İsminizi (en azından bir rumuz) lütfen yazınız!
2- "Susma hakkı"nı kullanma. Susma! Hakkını kullan...
3- Senin sevdiğin kişi ve değerlere eleştirel yaklaşmış olabilirim. Bunun için hakaret ve küfür içerikli yoruma gerek yok, sen de eleştir.
4- Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmaz/yayınlanmaz.