Kültürün nesilden nesile aktarılması çeşitli unsurlarla sağlanmaktadır. Bu unsurlar geçmişte sınırlı sayıdayken günümüzde hem nitelik hem de nicelik bakımından daha fazla sayıdadır. Bu sayı gelecekte daha da artacak gibi görünüyor.
Çok geniş bir kavram olan kültürün içine; din, ahlak, gelenek ve görenekler, müzik, folklor, iletişim biçimleri, sanat eserleri ve sanatsal faaliyetler gibi birçok olgu girmektedir.
Kültürün aktarılmasında kullanılan unsurlardan birisi de sinemadır. Bu anlamda Türk sinemasını ele aldığımızda ve gelecek kuşaklara ne aktardığımızı sorguladığımızda içimin çok da rahat olduğunu söyleyemeyeceğim. Yeşilçam’ın, özellikle dinimize ve geleneksel Türk ahlakına bakışındaki sakatlık, bazı organları sakat bir nesil yetiştiriyor.
Batı sineması (özellikle Hollywood), her fırsatta kendi din, inanç ve ahlak sistemi ile bu sistemlerin figürlerini empoze ederken ve bu empozeyi başarılı kılma amacıyla her türlü şirin gösterme ve kabul ettirme tekniklerini kullanırken hayranlığımızı gizleyemiyoruz. Herkesin ağzında aynı cümle: “Abi adamlar her filmde mutlaka ya kilise ya haç ya da papaz gösteriyorlar, adamlar bu işi biliyor” demekten kendimizi alamıyoruz. Dikkatli ve şuurlu izleyici çok iyi bilir ki, bu filmlerin çok az bir kısmı hariç kilise de papaz da olumsuz yansıtılmaz. Kilise hep iyi bir kurumdur; toplumu ayakta tutan, insanları birbirine bağlayan vazgeçilmez bir unsurdur; papazlar insanları (özellikle çocukları) çok severler; papazlar güzel yüzlü, temiz giyimli, iyi konuşan, içi-dışı bir, yalan söylemeyen, konuşurken ağzı-burnu yayılmayan insanlardır.
Türk filmlerini bu anlamda Batı sinemacılarının elinden çıkmış filmlerle kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü Türk sinemasında tam tersi bir duruş gözlemliyoruz. Son dönem Türk sinemasının birkaç yapımı hariç din ve ahlak ögesinin işlendiği film bulmak neredeyse imkânsız. “Aha, işte şunda işlendi” denecek filmlerde de din ve ahlakla dalga geçmekten başka bir şey yapılmamış.
İlginçtir, bizim sinemamız, Batı sinemasının amacı olan kültürel işgali tamamlamak için hızlandırıcı rolünü üslenmiş görüntüsü veriyor.
Dine saldırgan bir bakış (kendileri eleştirel diyor), dini figürleri ya gizleme ya da olduğundan farklı gösterme (örneğin hiçbir filmde iki rekât namazın doğru dürüst kılındığını görmedim. Namaz kılan kişi, tahiyyata oturur oturmaz selam veriyor), din adamı profili sahnelenirken takınılan tavır… Bunların hepsi Türk sinemasına bugüne kadar yön verenlerin yaptıkları şerefsizliklerden sadece bazılarıdır. Türk sinemasında imam kötüdür; insanları (özellikle çocukları) sevmezler; imamların sakalları halı fırçası gibidir, ayakkabıları eski ve çamurludur (çoğu zaman elbisesi yırtık, yamalı ve ütüsüzdür); konuşması kabadır; insanlara karşı içinden hainlik besler; gözü milletin karısında-kızındadır; medeniyetin, ilerlemenin, bilimin ve ilmin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir vs. vs. vs.
Parantez: Bazı filmlerde de kötü bir olayın yaşandığı sahne canlandırılırken fonda sabah ezanı mutlaka olur. Gencin biri siyasi suçtan dolayı darağacına giderken, namusu kirletilen genç kız intihara teşebbüs ederken, çocuğunu eğitmek ve büyütmek uğruna kötü yola düşen kadın pavyondan eve dönerken ve buna benzer sahnelerde aynı sabah ezanı mutlaka fondadır.
Burada bir kıyaslama yapmaya çalıştım. Bizde de Batıda da bir neslin bu filmlerle büyüyüp yetiştiğini göz önüne alıp bir tahlil yaptığımda şu sonuca ulaştım. Batılılar dinleriyle barışık olmalarına rağmen dinlerini uygulamıyorlar. Biz dinimizi uygulamamıza rağmen dinimizle barışık değiliz. En azından çok önemli bir kesimin dinle bir problemi var ve bu problem son günlerde kendini daha bariz hissettiriyor.
Benim de, Türk sineması başta olmak üzere, kültürü aktaran bazı gazete, dergi, yayınevi ve kurumlarla problemim var.
Kendi sinemamızın durumu ortadayken kalkmış hâlâ Geceyarısı Ekspresi’ni tartışıyoruz. Ne dersiniz; bilinçaltımızı iyi kurcalamışlar mı?
Çok geniş bir kavram olan kültürün içine; din, ahlak, gelenek ve görenekler, müzik, folklor, iletişim biçimleri, sanat eserleri ve sanatsal faaliyetler gibi birçok olgu girmektedir.
Kültürün aktarılmasında kullanılan unsurlardan birisi de sinemadır. Bu anlamda Türk sinemasını ele aldığımızda ve gelecek kuşaklara ne aktardığımızı sorguladığımızda içimin çok da rahat olduğunu söyleyemeyeceğim. Yeşilçam’ın, özellikle dinimize ve geleneksel Türk ahlakına bakışındaki sakatlık, bazı organları sakat bir nesil yetiştiriyor.
Batı sineması (özellikle Hollywood), her fırsatta kendi din, inanç ve ahlak sistemi ile bu sistemlerin figürlerini empoze ederken ve bu empozeyi başarılı kılma amacıyla her türlü şirin gösterme ve kabul ettirme tekniklerini kullanırken hayranlığımızı gizleyemiyoruz. Herkesin ağzında aynı cümle: “Abi adamlar her filmde mutlaka ya kilise ya haç ya da papaz gösteriyorlar, adamlar bu işi biliyor” demekten kendimizi alamıyoruz. Dikkatli ve şuurlu izleyici çok iyi bilir ki, bu filmlerin çok az bir kısmı hariç kilise de papaz da olumsuz yansıtılmaz. Kilise hep iyi bir kurumdur; toplumu ayakta tutan, insanları birbirine bağlayan vazgeçilmez bir unsurdur; papazlar insanları (özellikle çocukları) çok severler; papazlar güzel yüzlü, temiz giyimli, iyi konuşan, içi-dışı bir, yalan söylemeyen, konuşurken ağzı-burnu yayılmayan insanlardır.
Türk filmlerini bu anlamda Batı sinemacılarının elinden çıkmış filmlerle kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü Türk sinemasında tam tersi bir duruş gözlemliyoruz. Son dönem Türk sinemasının birkaç yapımı hariç din ve ahlak ögesinin işlendiği film bulmak neredeyse imkânsız. “Aha, işte şunda işlendi” denecek filmlerde de din ve ahlakla dalga geçmekten başka bir şey yapılmamış.
İlginçtir, bizim sinemamız, Batı sinemasının amacı olan kültürel işgali tamamlamak için hızlandırıcı rolünü üslenmiş görüntüsü veriyor.
Dine saldırgan bir bakış (kendileri eleştirel diyor), dini figürleri ya gizleme ya da olduğundan farklı gösterme (örneğin hiçbir filmde iki rekât namazın doğru dürüst kılındığını görmedim. Namaz kılan kişi, tahiyyata oturur oturmaz selam veriyor), din adamı profili sahnelenirken takınılan tavır… Bunların hepsi Türk sinemasına bugüne kadar yön verenlerin yaptıkları şerefsizliklerden sadece bazılarıdır. Türk sinemasında imam kötüdür; insanları (özellikle çocukları) sevmezler; imamların sakalları halı fırçası gibidir, ayakkabıları eski ve çamurludur (çoğu zaman elbisesi yırtık, yamalı ve ütüsüzdür); konuşması kabadır; insanlara karşı içinden hainlik besler; gözü milletin karısında-kızındadır; medeniyetin, ilerlemenin, bilimin ve ilmin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir vs. vs. vs.
Parantez: Bazı filmlerde de kötü bir olayın yaşandığı sahne canlandırılırken fonda sabah ezanı mutlaka olur. Gencin biri siyasi suçtan dolayı darağacına giderken, namusu kirletilen genç kız intihara teşebbüs ederken, çocuğunu eğitmek ve büyütmek uğruna kötü yola düşen kadın pavyondan eve dönerken ve buna benzer sahnelerde aynı sabah ezanı mutlaka fondadır.
Burada bir kıyaslama yapmaya çalıştım. Bizde de Batıda da bir neslin bu filmlerle büyüyüp yetiştiğini göz önüne alıp bir tahlil yaptığımda şu sonuca ulaştım. Batılılar dinleriyle barışık olmalarına rağmen dinlerini uygulamıyorlar. Biz dinimizi uygulamamıza rağmen dinimizle barışık değiliz. En azından çok önemli bir kesimin dinle bir problemi var ve bu problem son günlerde kendini daha bariz hissettiriyor.
Benim de, Türk sineması başta olmak üzere, kültürü aktaran bazı gazete, dergi, yayınevi ve kurumlarla problemim var.
Kendi sinemamızın durumu ortadayken kalkmış hâlâ Geceyarısı Ekspresi’ni tartışıyoruz. Ne dersiniz; bilinçaltımızı iyi kurcalamışlar mı?
Süleyman S. Aras
0 yorum:
Yorum Gönder
1- İsminizi (en azından bir rumuz) lütfen yazınız!
2- "Susma hakkı"nı kullanma. Susma! Hakkını kullan...
3- Senin sevdiğin kişi ve değerlere eleştirel yaklaşmış olabilirim. Bunun için hakaret ve küfür içerikli yoruma gerek yok, sen de eleştir.
4- Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmaz/yayınlanmaz.