Televizyon ekranları diziden geçilmiyor. Ekran karşısına dizi dizi dizilenler ise beyinlerini şeytana sattıklarının farkında değiller. Ellerinde kumanda, efsunlanmış gözlerle beyaz cama kilitlenenler hangi uzaktan kumandayla ele geçirildiklerini hiç düşünmüyorlar. Düşünmüyoruz
Hayatımızın akşam kuşağı başlayınca aslında kayıp bir kuşak başlıyor. (bu kayıp kuşak olgusu çalışmayanların özellikle hanımların tüm günü kapsıyor) Aslına bakarsanız, keşke kayıp kuşak olsa! O akşam kuşağında öyle şeyler kaçırıp öyle şeyler kaybediyoruz ki, inanın ya farkında değiliz ya da bizi göbekten değil de belki beynimizden bağlayarak iplerimizi ellerinde bulunduranların tahakkümlerinden asla kurtulamıyoruz.
Yerli ve yabancı çoğu yapımcı ve yönetmenin, kendisinin asla yaşamadığı, yaşamak istemeyeceği bir hayatı bize empoze etmesine göz yumuyoruz. Çok iyi biliyorum ki, işledikleri iğrenç felsefelerini, dünya görüşlerini, yaşam biçimlerini birkaçı hariç hiçbiri benimsemiyor. Mide bulandıran ilişkiler yumağını ve yozlaşmış Batı kültürünün asi yüzünü hayatımıza sokmalarının en önemli sebebi ise tapını malzemesi yaptıkları para! Bu tür film ve diziler çok iyi reyting alıyor. Reyting ise para demek… Başka bir sebep ise bu tür dizilerin bozuk bir felsefeyi yaymayı amaç edinmiş tek bir merkezden yönlendiriliyormuş izlenimi vermesi. Sanki gizli bir merkez bütün film ve dizi yapımcılarına aynı emri veriyor: “İçinde bulunduğunuz toplumun ne kadar iyi, güzel, doğru ve hayati değeri varsa hepsini yerle bir edeceksiniz. Ahlâkı çökerteceksiniz. Dini duyguların altını oyacaksınız. İnsanları, inandıkları gibi yaşamanın değil yaşadıkları gibi inanmanın hoş ve doğru olduğu konusunda ikna edeceksiniz. Kiminiz güldürerek, kiminiz hüzünlendirerek, kiminiz gençlik dizisi yaparak, kiminiz ihtida ve hidayet dizisi yaparak bunu başaracaksınız!” Sahi böyle emir veren bir merkez var mı? Eğer varsa çok kötü. Yoksa neden bütün film ve diziler aynı elden çıkmış gibi sırıtıyor? Dolayısıyla imha amacı taşıdığı apaçık olan dizilerle ihtida iddiasında olan diziler arasında bir fark görmüyorum. Nabza göre şerbet veriyorlar diyebilirim.
Bu akşam ekrana biraz daha dikkatli bakın. Gerçekten bir-iki diziye göz attıktan sonra rahatsız olmadıysanız, üzgünüm; ama siz zaten kaybedilmiş bir bireysiniz. Eğer rahatsız olma unsurları bulma ihtimaliniz varsa biraz gayret edin. Emin olun bulacaksınız; bulunca da ekrandan uzaklaşmaya çalışın. Çünkü siz beyaz camın karşısına her geçtiğinizde ve düğmeye her bastığınızda gizli geri sayım başlıyor. Bu geri sayım, beyninize gönderilen sinyaller yoluyla yavaş yavaş ele geçirilmenizin geri sayımı…
Sakın ola, bana, “hikâye anlatma” demeyin; 25. kare olayını (Google’da 25. kare yazınca çok geniş bilgiye ulaşılabilir) bir araştırın. Bir bakın nasıl ele geçiriliyormuşuz.
Başlıktaki dizi dizi dizilmek ibaresi işte bunu anlatıyor. Senin ayrı diziyi benim ayrı diziyi izlemem sonucu değiştirmiyor. Hepimizi birkaç dizi eliyle aynı ipe dizerek aynı yola sokuyorlar.
İnsanoğlu! Gördüğüne yavaş yavaş alışan, alıştığını doğru, güzel ve hoş kabul eden zayıf yaratık… Televizyona, kendi icadına yenildin!
Hayatımızın akşam kuşağı başlayınca aslında kayıp bir kuşak başlıyor. (bu kayıp kuşak olgusu çalışmayanların özellikle hanımların tüm günü kapsıyor) Aslına bakarsanız, keşke kayıp kuşak olsa! O akşam kuşağında öyle şeyler kaçırıp öyle şeyler kaybediyoruz ki, inanın ya farkında değiliz ya da bizi göbekten değil de belki beynimizden bağlayarak iplerimizi ellerinde bulunduranların tahakkümlerinden asla kurtulamıyoruz.
Yerli ve yabancı çoğu yapımcı ve yönetmenin, kendisinin asla yaşamadığı, yaşamak istemeyeceği bir hayatı bize empoze etmesine göz yumuyoruz. Çok iyi biliyorum ki, işledikleri iğrenç felsefelerini, dünya görüşlerini, yaşam biçimlerini birkaçı hariç hiçbiri benimsemiyor. Mide bulandıran ilişkiler yumağını ve yozlaşmış Batı kültürünün asi yüzünü hayatımıza sokmalarının en önemli sebebi ise tapını malzemesi yaptıkları para! Bu tür film ve diziler çok iyi reyting alıyor. Reyting ise para demek… Başka bir sebep ise bu tür dizilerin bozuk bir felsefeyi yaymayı amaç edinmiş tek bir merkezden yönlendiriliyormuş izlenimi vermesi. Sanki gizli bir merkez bütün film ve dizi yapımcılarına aynı emri veriyor: “İçinde bulunduğunuz toplumun ne kadar iyi, güzel, doğru ve hayati değeri varsa hepsini yerle bir edeceksiniz. Ahlâkı çökerteceksiniz. Dini duyguların altını oyacaksınız. İnsanları, inandıkları gibi yaşamanın değil yaşadıkları gibi inanmanın hoş ve doğru olduğu konusunda ikna edeceksiniz. Kiminiz güldürerek, kiminiz hüzünlendirerek, kiminiz gençlik dizisi yaparak, kiminiz ihtida ve hidayet dizisi yaparak bunu başaracaksınız!” Sahi böyle emir veren bir merkez var mı? Eğer varsa çok kötü. Yoksa neden bütün film ve diziler aynı elden çıkmış gibi sırıtıyor? Dolayısıyla imha amacı taşıdığı apaçık olan dizilerle ihtida iddiasında olan diziler arasında bir fark görmüyorum. Nabza göre şerbet veriyorlar diyebilirim.
Bu akşam ekrana biraz daha dikkatli bakın. Gerçekten bir-iki diziye göz attıktan sonra rahatsız olmadıysanız, üzgünüm; ama siz zaten kaybedilmiş bir bireysiniz. Eğer rahatsız olma unsurları bulma ihtimaliniz varsa biraz gayret edin. Emin olun bulacaksınız; bulunca da ekrandan uzaklaşmaya çalışın. Çünkü siz beyaz camın karşısına her geçtiğinizde ve düğmeye her bastığınızda gizli geri sayım başlıyor. Bu geri sayım, beyninize gönderilen sinyaller yoluyla yavaş yavaş ele geçirilmenizin geri sayımı…
Sakın ola, bana, “hikâye anlatma” demeyin; 25. kare olayını (Google’da 25. kare yazınca çok geniş bilgiye ulaşılabilir) bir araştırın. Bir bakın nasıl ele geçiriliyormuşuz.
Başlıktaki dizi dizi dizilmek ibaresi işte bunu anlatıyor. Senin ayrı diziyi benim ayrı diziyi izlemem sonucu değiştirmiyor. Hepimizi birkaç dizi eliyle aynı ipe dizerek aynı yola sokuyorlar.
İnsanoğlu! Gördüğüne yavaş yavaş alışan, alıştığını doğru, güzel ve hoş kabul eden zayıf yaratık… Televizyona, kendi icadına yenildin!
Süleyman S. Aras
>Şu an yayınlanan dizilere baktığımızda aile, mahalle kavramları işleyen ve "masum gibi görünen" dizilerde bile bir süre sonra değişim yaşanıyor ve aldatmalar, eş değiştirmeler görülüyor. "İçinde bulunduğunuz toplumun ne kadar iyi, güzel, doğru ve hayati değeri varsa hepsini yerle bir edeceksiniz. Ahlâkı çökerteceksiniz. Dini duyguların altını oyacaksınız. İnsanları, inandıkları gibi yaşamanın değil yaşadıkları gibi inanmanın hoş ve doğru olduğu konusunda ikna edeceksiniz." Çok doğru söylüyosun. İnsanlar bir süre sonra evlilik dışı dünyaya gelen çocukların, aldatmaların vs. gayet normal şeyler olduğuna inancaklar çünkü beğendikleri takip ettikleri insanlar böyle yaşıyorlar ve bu durum normalmiş gibi insanların gözüne sokuluyor. Ahlaki değerler çöküyor. İnşallah insanların gözü açılır da özlerine dönerek unuttukları doğruyu hatırlarlar."Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yalnış da bilinir ama önce yalnış bilinirse doğruya ulaşılamaz."Farabi
YanıtlaSil>Düzeltiyorum"Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz."FarabiDoğru ve yanlışlardan dem vururken yanlışı "yanlış" yazmak gibi bir hataya düştüm.Saygılar Eski Kafa...
YanıtlaSil>> siyaharaf,Bence dert etmeyin; bu küçük yazım hatası sizin güzel yorumlarınızın nazarlığı olsun.Ben uzun zamandır tek bir satır yazamazken yorum gelmesi iyi oldu. Teşekkür ederim.Saygılar bizden...
YanıtlaSil>Fırsat buldukça okuduğum birkaç siteden biridir Eski Kafa. Yeni yazıların olmaması dert değil. Zira okunmamış her yazı yenidir benim nazarımda.Ama evet uzun zaman oldu sitede yeni yazı görmeyeli. Yeni yazılar görürsek memnun oluruz.Saygılar, Selamlar...
YanıtlaSil>İlginize çok teşekkür ederim; layık olmaya çalışıyorum. Ancak ipin ucunu biraz kaçırdım ve blogumu neredeyse küstürdüm.Ancak en yakın zamanda yoğun bir şekilde döneceğim yazı yazmaya. Hem iş yoğunluğundan hem de uzun zamandır evde internet olmamasından dolayı yazamıyorum. Malum çalışırken çoğunlukla şirkete mesai harcamak gerekiyor.Yakında görüşmek ümidi ve duasıyla...
YanıtlaSil