Biz millet olarak insana ve çevreye saygılı, çok temiz, dürüst, inançlı, bilgili, bilinçli ve kültürlü bir millettik. Burada sayamayacağım kadar güzel ayırt edici başka özelliklerimiz de vardı. Çoğu insan itiraz edecek belki; ama bu özelliklerimizi fazlasıyla terk ettik. Ruhunu yitirmiş bir ceset gibiyiz. İçi boş, dışı boş bir görüntümüz var. Geçmişimizde, aslımızda, asaletimizde olan birçok şeyi elimizin tersiyle itiverdik.
Özellikle çevreye olan saygısızlığı ele almak istiyorum. Kimse kızmasın; ama bu, aslında insanımızın kendine olan saygısızlığından başka bir şey değildir. Biz nasıl bu hale geldik. Nefes aldığımız her yeri çöplük olarak belleten kim? Bizi böyle kim eğitti? Kim, hayvanların bile tiksineceği bir çevre bırakacak ve orada yaşayacak kadar duyarsızlaşmamıza sebep olan? Kim?
Evlerde çöp poşeti ve kovası yok mu? Var… Sanırım dekor olsun diye bulunduruluyor. Parklarda, otobüs duraklarında, yol kenarlarında bulundurulan çöp kutuları da yeşillik olsun diye var. Eğer böyle biliniyorsa bu yanlış. Ben güvenilir kaynaklardan araştırdım, hepsi de sadece çöp atılsın diye olan şeylermiş.
Ülkemizin bütün pencerelerinden aşağı çöp yağıyor. Salça kutuları, ekmek poşetleri, muz kabukları, eskimiş donlar, okunmak için değil de entelektüel görünmek için alınan gazeteler, çarşıdan-pazardan alındığı gün hakkından gelinen oyuncaklar… aklınıza ne gelirse sokaklarımızda, caddelerimizde, parklarımızda. Balonda çekirdek çitletirken kabukları aşağı atmak ne kadar insanca bir davranıştır? Bu konuda kendisini sorgulayan kaç kişi vardır; çok merak ediyorum. Aynı çöpler arabaların camlarından da yağıyor. İzmaritler, bitmiş sigara paketleri, pet şişeler, çiğnene çiğnene sündürülmüş çikletler camlardan kurşun gibi yağıyor. Kimin kalbine, hangi değerimizin akciğerine düştüğü kimsenin umurunda değil.
Olanca pisliğin içinde yaşamaktan rahatsız olanların cılız sesleri bu çöp yığınları arasında kaybolup gidiyor. Böylece olanca pisliğin içinde yaşıyoruz. Günlük hayat, mutluluklar, hüzünler, okula, işe, çarşıya-pazara, camiye, meyhaneye, medreseye, parka-bahçeye, komşuya, sevgiliye, dosta-düşmana gidip gelmeler, hep bu olanca pisliğin içinde olup bitiyor. Hayatlar bu pislik kültürünün içinde başlayıp bitiyor.
Bu kokuşmuşluğun içinde gazeteciler, televizyoncular, zabıtalar operasyonlar yapıyor; fırın, pastane, lokanta vs. denetliyorlar. Güya halkın temiz ve sağlıklı beslenmesi için çalışıyorlar. İyi de kardeşim senin halkın temizlikten, sağlıktan, medeniyetten, çağdaşlıktan ne anlıyor. Daha fazlasını hak etmek için kendisi de temiz olmak zorunda değil mi? Neden fırıncılar, pastacılar, lokantacılar göze batıyor da sokaklarımızı, parklarımızı, dere-çay-nehir-göl ve denizlerimizi kirletenler göze batmıyor. Gerçekten her birimiz (birey olarak) ayrı ayrı temiz olsaydık bu operasyonları yapmaya gerek kalmazdı zaten. Çünkü kendisi temiz olanın çevresinin pis olması mümkün değildir.
Çöpünü çöpe atması gerektiğini idrak edemeyenler; okulda ne yapılması gerektiğini bilmiyor. Otobüste koltuğa, parkta banka, evde kanepeye nasıl oturulması gerektiğini bilmiyor. Anne-baba kimdir, arkadaş ne demektir, saygı ve sevgi nedir… vs. bilmiyor. Bu ülkede, çöpçülerin çöp toplayarak para kazanması gerektiğine inanan geri zekâlılar var. Aha da bas bas bağırıyorum.
Bu pislikle barışık(!) kültür içinde Amerika’ya meydan okuyor, bir taraftan Avrupa Birliği’ne koşarken öbür taraftan Türk Birliği’ni kuruyor, İran’a burun kıvırıyor, Kıbrıs’a bekçilik yapıyor, ihracat rekorları kırıyor, kültür ve medeniyetimizle Yeni Dünyanın cazibe merkezi oluyor, 21. yüzyılı kimseye kaptırmıyoruz.
Anneler hamurlarını açıp börek-çörek yaparken, babalar alınlarının terini sile sile ekmek parası kazanırken, Minik Serçe şarkı söylerken, miniklerimiz; at ve eşek üstünde taşımalı eğitimle çağdaş dünyanın peşinden koşarken, soytarılar televizyon ekranlarından arzı endam ederken, eline silahı alan; gazeteci, papaz, kitapçı vb. önüne geleni öldürürken olup bitenler olup bitiyor. Aslında olan her şey bu çöp memlekete çevirdiğimiz ve adına "vatan" dediğimiz güzelim topraklarda olup bitiyor. Kiminin “çorak topraklar”, kiminin “Cennet Vatan” dediği bu topraklarda…
Düşmana bir çakıl taşını bile vermeyeceğimizi iddia ettiğimiz bu güzelim ülkeyi kendi duyarsızlığımıza peşkeş çekiyoruz. Hem de her gün, her an. Hem de hiç utanmadan.
Özellikle çevreye olan saygısızlığı ele almak istiyorum. Kimse kızmasın; ama bu, aslında insanımızın kendine olan saygısızlığından başka bir şey değildir. Biz nasıl bu hale geldik. Nefes aldığımız her yeri çöplük olarak belleten kim? Bizi böyle kim eğitti? Kim, hayvanların bile tiksineceği bir çevre bırakacak ve orada yaşayacak kadar duyarsızlaşmamıza sebep olan? Kim?
Evlerde çöp poşeti ve kovası yok mu? Var… Sanırım dekor olsun diye bulunduruluyor. Parklarda, otobüs duraklarında, yol kenarlarında bulundurulan çöp kutuları da yeşillik olsun diye var. Eğer böyle biliniyorsa bu yanlış. Ben güvenilir kaynaklardan araştırdım, hepsi de sadece çöp atılsın diye olan şeylermiş.
Ülkemizin bütün pencerelerinden aşağı çöp yağıyor. Salça kutuları, ekmek poşetleri, muz kabukları, eskimiş donlar, okunmak için değil de entelektüel görünmek için alınan gazeteler, çarşıdan-pazardan alındığı gün hakkından gelinen oyuncaklar… aklınıza ne gelirse sokaklarımızda, caddelerimizde, parklarımızda. Balonda çekirdek çitletirken kabukları aşağı atmak ne kadar insanca bir davranıştır? Bu konuda kendisini sorgulayan kaç kişi vardır; çok merak ediyorum. Aynı çöpler arabaların camlarından da yağıyor. İzmaritler, bitmiş sigara paketleri, pet şişeler, çiğnene çiğnene sündürülmüş çikletler camlardan kurşun gibi yağıyor. Kimin kalbine, hangi değerimizin akciğerine düştüğü kimsenin umurunda değil.
Olanca pisliğin içinde yaşamaktan rahatsız olanların cılız sesleri bu çöp yığınları arasında kaybolup gidiyor. Böylece olanca pisliğin içinde yaşıyoruz. Günlük hayat, mutluluklar, hüzünler, okula, işe, çarşıya-pazara, camiye, meyhaneye, medreseye, parka-bahçeye, komşuya, sevgiliye, dosta-düşmana gidip gelmeler, hep bu olanca pisliğin içinde olup bitiyor. Hayatlar bu pislik kültürünün içinde başlayıp bitiyor.
Bu kokuşmuşluğun içinde gazeteciler, televizyoncular, zabıtalar operasyonlar yapıyor; fırın, pastane, lokanta vs. denetliyorlar. Güya halkın temiz ve sağlıklı beslenmesi için çalışıyorlar. İyi de kardeşim senin halkın temizlikten, sağlıktan, medeniyetten, çağdaşlıktan ne anlıyor. Daha fazlasını hak etmek için kendisi de temiz olmak zorunda değil mi? Neden fırıncılar, pastacılar, lokantacılar göze batıyor da sokaklarımızı, parklarımızı, dere-çay-nehir-göl ve denizlerimizi kirletenler göze batmıyor. Gerçekten her birimiz (birey olarak) ayrı ayrı temiz olsaydık bu operasyonları yapmaya gerek kalmazdı zaten. Çünkü kendisi temiz olanın çevresinin pis olması mümkün değildir.
Çöpünü çöpe atması gerektiğini idrak edemeyenler; okulda ne yapılması gerektiğini bilmiyor. Otobüste koltuğa, parkta banka, evde kanepeye nasıl oturulması gerektiğini bilmiyor. Anne-baba kimdir, arkadaş ne demektir, saygı ve sevgi nedir… vs. bilmiyor. Bu ülkede, çöpçülerin çöp toplayarak para kazanması gerektiğine inanan geri zekâlılar var. Aha da bas bas bağırıyorum.
Bu pislikle barışık(!) kültür içinde Amerika’ya meydan okuyor, bir taraftan Avrupa Birliği’ne koşarken öbür taraftan Türk Birliği’ni kuruyor, İran’a burun kıvırıyor, Kıbrıs’a bekçilik yapıyor, ihracat rekorları kırıyor, kültür ve medeniyetimizle Yeni Dünyanın cazibe merkezi oluyor, 21. yüzyılı kimseye kaptırmıyoruz.
Anneler hamurlarını açıp börek-çörek yaparken, babalar alınlarının terini sile sile ekmek parası kazanırken, Minik Serçe şarkı söylerken, miniklerimiz; at ve eşek üstünde taşımalı eğitimle çağdaş dünyanın peşinden koşarken, soytarılar televizyon ekranlarından arzı endam ederken, eline silahı alan; gazeteci, papaz, kitapçı vb. önüne geleni öldürürken olup bitenler olup bitiyor. Aslında olan her şey bu çöp memlekete çevirdiğimiz ve adına "vatan" dediğimiz güzelim topraklarda olup bitiyor. Kiminin “çorak topraklar”, kiminin “Cennet Vatan” dediği bu topraklarda…
Düşmana bir çakıl taşını bile vermeyeceğimizi iddia ettiğimiz bu güzelim ülkeyi kendi duyarsızlığımıza peşkeş çekiyoruz. Hem de her gün, her an. Hem de hiç utanmadan.
Süleyman S. Aras
Blogcu'dayken Bu Yazıya Yapılan Yorumlar:
YanıtlaSil17.11.2007 - eğitimin önemi
Yazan: verda
Çocuk eğitimi (daha doğrusu terbiyesi) anne karnında değil eş seçimi ile başlıyor. Eşinizin kim olduğu, hayata bakış açısı; çocuğunuzu yetiştirirken, çocuğun kişiliği yerleşirken etkilerini gösterecektir. Öğrenmek istemeyen kişiye ne yaparsanız yapınız öğretemezsiniz. Öğretim yetmiyor maalesef... Üniversite mezunu kişiler görebilirsiniz Türkiye'de çöpünü yere atan... Aile eğitiminin önemi her alanda kendini göstermektedir. Aile eğitilmezse ve aile çocuğu yanlış eğitirse; Türkiye her anlamda çorak ve çöp olur. Öğretmekle yetinmeyip eğitimde verilmeli... Nasıl mı?
Medya mesela... mahalle baskısı mesela... internet mesela... Meselaların sonu gelmez... çözümü biraz da siz düşünün............................
17.11.2007 - temizlik
Yazan: verda
"Temizlik imandan gelir" sözünü de unutmamak gerekir...